Anayasalar yapboz değildir - Halit PAYZA

Çağdaş anayasalar egemenlik haklarının kullanımını belirleyen toplumsal sözleşmelerdir. Bu bakımdan devletin temel örgütsel yapısı, kurumları ve bu kurumlarının işleyişleri, temel hakların, özgürlüklerin sınırları anayasalarla belirlenir. Devletin niteliği anayasasının işlerliği ve çağdaşlığıyla ilgilidir. Anayasalar toplumların egemenlik hakkının ve bunun hangi koşullar altında devlet tarafından kullanılabileceğinin belirlendiği ana ilkeleri gözetmek durumundadır. Bu ilkelerin başında temel hak ve özgürlükler, topluma karşı yükümlülükler, kuvvetler ayrılığı gelir. Kuvvetler ayrılılığının yok sayılması, anayasaların kâğıt üzerinde kalması demektir. Çağdaş anayasacılığın tarihini 18. yüzyıldan başlatmak mümkündür. Yükselen burjuvazi sahip olduğu hakları güvenceye alabilmek için tek adam olan kralın gücünü sınırlayacak, hak ve özgürlükleri güvenceye alacak düşünce ve düşünceyi gerçekleştirebilecek eylemler içinde yerini alır, mutlak gücü sınırlamak için yazılı ana metinler oluşturur. Bu metinler süreç içerisinde gelişir ve zenginleşir. MÖ 24. yüzyılda Lagaş Kralı Urukagina'nın emirnamesi ile başlayan süreç, Hammurabi Kanunları, Solon Anayasası, Roma hukukunun temel kaynağı olan 12 Levha Kanunları, 1215'te kabul edilen ve ilk kez kralın yetkilerinin sınırlandığı Magna Carta, 1628 Haklar Dilekçesi, 1689 Haklar Beyannamesi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile anayasalcı düzenin ilkeleri ortaya konmaya başlanır. Osmanlı'da da durum biraz karışıktır. 1808 tarihli Sened-i İttifak tam bir anayasal metin olarak kabul edilmemesine karşın, Tanzimat sürecindeki beyannameler ve fermanlarla birlikte anayasalaşmaya giden yolun başlangıcı olarak düşünülebilir. Birinci Meşrutiyet'le birlikte 1876'da kabul edilen Kanun-ı Esasi padişaha geniş yetkiler tanır ve 1878'de