Gazze'de garip bir zaman

Uzaktan buğulu gözlerle Gazze bir farklı görünür. Kalbi hissiyatla muhayyilenin dünyası bazen insanı alıp götürür gurbetin en uzak diyarlarına, mazlumların tefekkür ummanlarına

Muhabbetin cazibesi, acıları görmeye de razı eder insanı. Yetimin gözyaşlarını, hüzünlü kalbindeki cesaretle imanın gücü, vücudunu, mucidine feda etmek duygusunu hissettirir.

Sonbahar hüzünleri ile içinde sakladığı feveranlar, açılan eller, kıpırdayan dudaklar, niyazlar, nidalar, nefeslerle yakarışlar arşa yükselir. Rabbine bütün varlığıyla masumiyetini vesile ederek, acizliğini itirafla iltica, intisap, istinat eden gönüller feyiz alır ihya olurlar. Zaman bast olur, uzaklar yakına gelir. Her şey aynada nurlu bir irtisamla kendi ringine döner...

Sonbaharda her yer ve her şey firaktan haberler getiriyordu. Arzın kalbinde Gazze her zamankinden başka bir garip mevsimin rüzgârları esiyordu sanki. Ağaçların, kuşların, çocukların hali, uğursuz hüzünlerin, hırsların, hıçkırıkların ve gözyaşlarının yüreklerde düğümlendiğini hissedercesine neşesiz, sessiz durgun bir mevsimin kışını andırıyordu.

Sokağa gitmek için izin alan Hüseyin'e annesi, arkasından seslendi: "Daha küçüksün yavrum uzaklaşma, geç kalma. Şeytanın askerlerine rastlarsan hemen kaç" Annesine dönüp öfkeyle baktı! "O melunlardan korkmam da, kaçmam da!" demesi üzerine annesi, "Şehit babanı rüyamda gördüm..." dese de dinlemeden koşarak çıktı...

Hüseyin, bakışları keskin, azimli, kararlı, vakarlı, Filistinli esmer bir çocuk. Arkadaşlarıyla buluşmanın heyecanıyla sokağa fırladı. İntifada direnişi, askerlik eğitimi gibi çocuk oyunları oynarken uzaktan bir askerin o tarafa telaşla geldiğini gören arkadaşları evlerine koşuştular!

Hüseyin, annesine söylediğini hatırladı ve korkmadı, kaçmadı. Kendine doğru yaklaşan asker, "Ne bakıyorsun" deyince Hüseyin diklenerek: "Sana bakıyorum, babamı katlettiniz!" dedi. Asker çocuğun cesur tavrına şaşırdı. "Neyine güveniyorsun" Hüseyin, peş peşe cevapları sıraladı. "Allah'ıma ve imanıma güveniyorum" sözüne, asker "Hepiniz öleceksin!" dedi. Hüseyin: "Senin canın Cehenneme... Katiller için yaşasın Cehennem!.." Asker o mekândan hızlı adımlarla uzaklaştı.

Kalbi taşlaşmış, vicdanları körelmiş, insaftan uzak, gözlerini hırs, kan, kin ve nefret bürümüş İsrail zalimleri, kızılca kıyamet koparcasına alev toplarını masum insanların üzerine yağdırmaya başladı. peş peşe gelen bombardımanla erkek, kadın, çocuk demeden ne varsa evlerin enkazında havaya savruluyordu. Her tarafı siyah toz bulutu kaplamış, göz gözü görmüyordu. Dumanlar içinden kuşlar gökyüzüne savrulmuş, çocuklar yerlere serilip kalmıştı. Kızıl alev topları isabet ettiği ev, okul, yurt, hastane, cami, ne varsa yerle yeksan ediyordu!