Yeni Asya'nın istiğna düsturu içinde çare arayışları

Mevcut gidişata bakılarak denilebilir ki; sadece ve sadece Allah'ın rızasını gözeterek, dünyevî ve şahsî menfaatleri arka plana atarak, hak ve hakikatın hatırını hiçbir hatıra feda etmeyerek yürünen bir yolda sarsılmadan yol alabilmek iyiden iyiye zorlaşmıştır.Yayın hayatında Üstad Bediüzzaman'ın, yaşayarak ortaya koyduğu içtimaî ve siyasî ölçülere göre fikirler neşreden ve Risale-i Nur'u rehber edinen Yeni Asya Gazetesi 53. yayın yılına girerken, aynı anda içinde bulunduğu darboğazdan çıkış için çabalıyor.. Bunu yaparken, Nur'un hizmet modelinde var olagelen "istiğna" düsturuna da riayet ediyor, edecektir. Bu gazeteyle böyle başlandı, böyle devam edildi ve hep böyle kalmasına çalışmak da hepimizin en büyük derdi olmalıdır. Allah rızasına ve dâvânın ruhuna aykırı olan menfaat ve nemalanmalardan daima uzak durulmuş ve durulmalıdır. İlk çıktığından bu yana; dünyaya ve ahirete, iç ve dış hadiselere bu gazetenin penceresinden bakanlar da bunu pekâlâ bilirler. Gazetemizin çok zor şartlarda yoluna devam ettiği günleri de hatırlarız. Bilhassa, enflasyon, pahalılık ve kâğıt fiyatlarının artışı karşısında, bazen son çare olarak sayfa adedini azalttırdı. Hatta 1970'li yılların ilk başlarında, gazetemiz yanılmıyorsam henüz iki-üç yaşlarında iken, bir anket yayınladı ki, şıklar arasında sayfa sayısını 6'ya düşürmek de vardı. O zaman ben Erzurum'da üniversite talebesi iken, henüz on dokuz-yirmi yaşlarında bir delikanlı olarak çok duygulanmış, duygularımı şiire dökmüş ve şiiri de gazetemiz sayfalarında görmekliğim tesellibahş olmuştu. Bir okurumuz da, "Niye ben ölmüşmüyem, Asya'm karalar bağlar" diye duygulu bir yazı yazmıştı. Başka bir okurumuz da ihtiyaç fazlası evini satarak yardım elini uzatmıştı.. Bu inançla yola devam edenlerin sergilediği bu birlik ruhu, bu yekvücud hareket, bu dâvâya candan bağlılık, bu el attığı her meseleden netice almak; din düşmanlığına karşı, tahakküme karşı, ırkçılığa karşı, müstehcenliğe karşı mücadelede vurduğu yerden ses getirmek; bazı çevreleri her zaman ürküttüğünden, şimşekleri de üzerine çekmiştir. Üstad Said Nursî Hazretleri, Kur'ân'a ve Resulullah'a (asm) dayandıran fikriyatını 1908'lerden itibaren İstanbul'da gazeteler vasıtasıyla duyurmaya çalışıyordu, bu mânadaki gazeteyi de "mürebbi-i efkâr" olarak tavsif ediyordu. "Gazetelerdeki makaleleriyle, Kur'ân'ın kudsî kanun-u esasîsinin vaz ve tatbikinin millet-i İslâmiyeye iki cihanın saadetini kazandırıp hakikî kemalât ve terakkiye medar olacağını haykırıyordu." 1 "Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım" diyordu. 2 Dört yıl önce, "Bu gazete tam da o gazetedir" başlıklı makalemizde; yüz yılı aşkın zaman öncesinde Üstad'ın, "mürebbi-i efkâr" olarak tarif ettiği gazetenin bugün Yeni Asya olduğunu işlemeye çalışmıştık. Hatta sayın Güleçyüz bunu bir scope yayınına da konu yapmıştı. Orada Üstad, hamallara hitabında şöyle diyordu: "Sizin kalbinizde bu fikri ekiyorum. Zira kalbiniz hâli ve bozulmamıştır. (..) Kulak istemem, kalble dinleyiniz." Devamında; "Bundan maada bizim üç düşmanımız var, bizi mahvediyor" dedikten sonra, düşman olarak cahilliği ikinci sıraya koyuyordu. "İkincisi, cehl." diyordu. Cahilliğe delil olarak da; "Bu kırk binde kırk nefer, mürebbi-i efkârî olan gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamaması"nı gösteriyordu. Biz de, "ihsan-ı İlâhî tarafından" omuzumuza konulan kudsî dâvânın hamalı isek, Üstad'ın hamallara hitabını üzerimize alarak kalbimizle kulak verelim. Yerinden okuyarak tamamına, burada ise bu kadarına kalbimizi açalım: "Bu kırk binde kırk nefer mürebbî-i efkâr olan gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamamasıyla müsbittir" sözünde "müsbit" olan, hem de Üstadça tesbit edilmiş olan nedir Cahilliktir! Nasıl yani, bu kudsî dâvânın hamalları için de mi Evet! Çünkü buradaki cehalet