Aldanmamak ve şaşmamak için..

Hak ile batıl, doğru ile yalan, gerçeği ile sahtesi; hele hele siyaset arenasında o kadar seçilmez hale gelmiş, o kadar gri tonlarla dans eder olmuş ki; seç seçebilirsen, gör görebilirsen.

Çünkü bu dehşetli ahirzamam fitnesi öyle bir raddeye gelmiş ki; yalanın dolanın, hile ve sahtekârlığın, inançsızlık ve ahlâksızlığın yaygın hale gelmesi adına şer odakları her türlü vasıtayı kullanarak bütün güçleriyle kasten çalışıyorlar.

Bu gidişatın giderek dehşetli bir boyuta varacağını büyük din âlimi Bediüzzaman daha geçen yüzyılın başında bizzat müşahade etmiş ki, bütün gücüyle imân ve Kur'an dâvasına ömrünü ve hayatını vakfetmiştir.

Talebelerine de, aldanmamaları için delilleriyle dersler vermiş, her vesileyle onları ikaz etmiştir. İşte sadece şu sözüne acaba ne derece kulak verip, hangi ölçüde hayata geçirme gayreti içinde olduğumuza tekrar bir bakalım isterseniz:

"Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. (...)"1

Bakınız; içten içe bu ifsadat nasıl bir radddeye gelmiş ki Üstad, talebelerini şöylece yardıma davet etmiştir:

"Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim, bana yardım ediniz. Meselemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor."2

Bugün Yeni Asya'nın da, o "sarsılmaz kardeşler"den (Üstad'larına iktidaen) yardım istemeye ve "imdadımıza koşunuz" demeye hakkı olsa gerektir. Sadece kendi adına değil; Üstad'ın ve Nur'un şahs-ı manevîsi adına, kendilerini Nur'a ve Üstad'a hadim olarak görme istidadında olan herkesten bunu isteme hakkına sahiptir.