Sahibini bulan ünvan

Bediüzzaman Hazretleri; Siirt'te Molla Fethullah Efendi'nin kendisini imtihan etmesi neticesinde vardığı kararını ve söylediği takdirkâr sözlerini, 1946 senesinde Emirdağ'da yazdığı bir mektubunda şöyle beyan eder:"Meraklı kardeşimiz Re'fet Bey, Bediüzzaman-i Hemedânî'nin üçüncü asırda, vazife ve te'lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zât hakkında yalnız hârika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, Üstâdlarımdan Siirtli merhum Molla Fethullah, Eski Saîd'i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir." Üstâd Said Nursî, "Bediüzzaman" ünvanıyla ilk tanışmasından sonra bu ünvan ile tanınmasını zamana bırakmış, umumun ve bilhassa ûlemanın kabulüne ve tasdikine havale etmiştir. İlk olarak bu ünvanı 1892'de Siirtli âlim Molla Fethullah Efendi'nin ona uygun görmesi, ondaki harika zekâ ve hafızaya şahitlik etmesi ve sorduğu suallere muknî cevaplar alması sebebiyle olmuştur. Bu unvanla tam tanınması ise, daha ziyade "Van hayatı"nın ilk safhasında ve daha sonra İstanbul hayatında tahakkuk etmiştir. Said Nursî'nin Van'a ilk gelişi, 1897'de Vanlı Hasan Paşa'nın dâvetiyle gerçekleşir. "Bitlis'te pek çok ulemâ bulunup, Van'da ma'rûf âlim bulunmadığından Vanlı Hasan Paşa'nın daveti üzerine Van'a gitti."1 Medrese ilimlerini tamamlayıp icazetini de almış bir genç olarak Van'da bulunan Üstâd, burada yaptığı ilmî münâzaralarla büyük bir şöhret kazanır. Bediüzzaman ismi, Van ismiyle yan yana getirildiği zaman ayrıca söylenmesi gereken çok şeyler vardır. Zira Bediüzzaman'ın farklı zaman dilimlerinde toplam yirmi senesi Van'da geçmiştir. Said Nursî Hazretleri, Van hayatı için "hayat-ı ilmiyem" diyor. Birinci Cihan Savaşının öncesi ve sonrasında, Van'da "Medreset-üz-Zehra" adını verdiği bir üniversite açılması için ciddî gayretler sarfetmiştir. Burada fen ve din ilimleri birlikte okutularak, yöre halkının cehalet, fakirlik ve ihtilâf hallerinden kurtulmasına çalışılacaktı. İlim dili olarak da ölçüyü şöyle belirlemişti: Arapça vacip, Türkçe lâzım ve Kürtçe caiz olacaktı. Bir yazar, onun İstanbul'a teşrif etmesini, "Şarkın yalçın kayalıklarından bir ateşpare-i zekâ İstanbul âfakında tulu etti"