İçimizdeki "deha"ya dikkat!

Yıllar önce bu köşede teveccühünüze mazhar olmuş bir makalemizi, bazı okurlarımızın da talebi üzerine, kısaltılmış ve güncellenmiş yeni tanzimiyle nazarlarınıza arz ediyorum.O zaman, bazı hallere şahit olmanın refleksiyle, içimizdeki 'deha'ya dikkat çekmiştik. Aslında böyle bir dikkati, içimizdeki "ego"ya, yani bizim marifetimizdeki adıyla "enaniyet"e çekmenin anlaşılmayan hiçbir yanı olmazdı. Hem zaten böylesi ihtarları önceleyen derslerin daimî muhataplarındanız; şükür ki, mahiyetini de bilenlerdeniz. Ama, durup dururken içimizdeki "deha"dan ve şahs-ı manevî bünyesindeki "deha"lardan "sakınalım" dercesine bir dikkat çekmenin izaha muhtaç tarafı olsa gerektir. Hem de, "zekî adamlarımızın, dehalarımızın (dahilerimizin) kıymetini bilelim, farkında değilsek farkına varalım ve vardıralım, onlardan azamî derecede dâvâmız adına istifade edelim" demek de lâzım iken, öncelikle onlara dikkat çekerek demiştik ki: Kendimizde veya bazı fertlerde var olduğunu vehmettiğimiz "deha" derecesindeki zekâ ile ve mensubu olduğumuz camianın bünyesindeki "deha"larla, şahs-ı manevî ruhunu incitmemeye, zarar verdirmemeye ve "dahi"lerimizden gelen desteği daima fayda ve istifade zemininde muhafaza edip, zarar aşamasına geçit verdirmemeye azamî dikkat ve hassasiyet göstermek de, yine ihlâs ve sadâkatin lâzımı olsa gerektir! Hem zaten Üstad Bediüzzaman da; müellifi olduğu Risale-i Nurların asla kendi eseri olmadığını, Kur'ân'ın bir mu'cize-i manevîsi olarak, sema-i Kur'ân'dan nüzul ettiğini beyan ederken, şahsî dehaların Nur dairesinde ne hükmü olur ki... Aslında öylelerinin, şahs-ı manevî dairesinde "hizmetkâr"lık nimetine kavuşmaları, belki kendileri için erişilmez bir mimet olacaktır. Üstad ki, Risalelerin kendi eseri olduğu zannedilmesi halinde neler olabileceğini şöyle ifade ediyor: "... İmana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki, 'Bu kudsî şahıs, dehâsıyla ve harika makamıyla bizi kandırdı' diye bir şüphesi kalır."1 Madem ki müellif-i muhterem Hazret-i Üstâd, "fart-ı zekâ derecesindeki o müthiş dehasını asla ileri sürmüyorsa; buna rağmen şahs-ı manevî bünyesindeki bazı fertlerin; hizmetlerin tedvirinde akıl, zekâ, deha ve kabiliyetlerini aşırı derecede öne çıkararak, her yerde, her vesileyle ortaya atılmaları ve eğer bir yerde kendileri yoksa ve kendi elleri ve sesleri oralara yetişmiyorsa, oralardan endişe duymaları ve kendilerini şahs-ı manevî bünyesinin olmazsa olmazlarından görmeleri vaki ise, bu nasıl izah edilebilir Bizim zekîlerimiz ve dahilerimiz, şahsiyet ve enaniyetlerini şahs-ı