Filden değil, insandan kork!

Hindistan'da filleri evcilleştirmek adına insanların başvurduğu vahşî yöntemi okuyan herkes, eminiz ki başlıktaki ifademizi haksız bulmayacaktır.

Orman zeminine yavru filin içine düşebileceği büyüklükte çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür. Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer.

Fil, çukurdan çıkmaya çabalar ama başaramaz. Takatsiz kalır. Kurtulma ümidi kaybolur. Çaresizlik içinde mucize bir kurtuluşu veya ecelini beklemeye başlar.

Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip yavru fili şiddetli bir şekilde döver, yara bere içinde bırakırlar. Hayvan, yediği sopaların ve yaralarının verdiği acıdan ve çukurun içinde yaşadığı korkudan dolayı, hayatında görmediği bir bunalım ve ruhi çöküntü yaşar.

Sonra aynı avcılar, ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki, siyah elbiseleri çıkarıp, baştan aşağı beyaz elbiselerle ve ellerinde çeşit çeşit yiyecek ve meyve sepetleriyle geri gelirler. File şefkatle yaklaşır, onu besler, yaralarına pansuman yapar, okşayıp sever, güzel sözler söyler ve onu düştüğü çukurdan çıkarırlar.

Fil bu, beyaz giysili kurtarıcıların (!) kendisine gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki, o andan itibaren ömür boyu onların gönüllü kölesi olur. Her istediklerini yapar ve asla sözlerinden çıkmaz.

Halbuki bu beyaz giyimli kurtarıcılar(!), daha önce onu tuzağa düşüren, bunalıma sürükleyen ve döven siyah giyimli adamlardan başkaları değillerdi. Bu hikâye; küçücük bir kız çocuğu ile, o çocuğa yakşaşırken, "korkma ben insan değilim" diyen bir ayıdan ibaret ibretlik bir karikatürün insanlara verdiği mesajı ne kadar da pekiştiriyor, değil mi

KARINCADAN TEVHİD DERSİ

Bir gün Süleyman Peygamber (as) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, "Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.