Biz yine yokuz

Almanya Başbakanı Olaf Scholz pazartesi günü Prag'daki Charles Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Avrupa Birliği'nin reforma ihtiyacı olduğunu, çünkü genişleyeceğini, bugünkü yapısıyla genişlemenin altından kalkmasının mümkün olmadığını söylemiş.Euronews'a, Washington Post'a ve diğer pek çok mecranın haberine göre üye sayısının 30-36 arasında bir yerlerde olacağından söz etmiş. Ukrayna, Moldova, Batı Balkanlar ve hatta Gürcistan demiş ama Türkiye'nin adı geçmemiş.Scholz'un konuşmasının odak noktasında Rusya ve onun lideri Putin varmış. Otoriterliğin yayılmasını önlemekten, AB içindeki safları sıklaştırmaktan, iç sorunları çözme yöntemlerinden, yaptırımlar konusunda oy birliği ile karar almanın zorluğundan bahsetmiş.2025'e kadar 5 bin kişilik bir AB müdahale gücünün kurulacağı müjdesini vermiş. Fakat Fransız muadilinin önemsediği stratejik otonomiye referans vermemiş, ancak AB'den bağımsız gelişmesi öngörülen Avrupa Siyasi Toplumu fikrine atıfta bulunmuş. Avrupa'nın göçe ihtiyacı olduğunu dahi söylemiş,Sosyal Demokrat Başbakan anlattığı, arzuladığı her şeyi hayata geçirebilir mi doğrusu emin değilim. AB'nin küçük devletleri kendileri açısından hayati gördükleri konularda taviz vermeye bence yanaşmayacak, ortak hareket diye adlandırılan büyük devlet çıkarından ziyade kendi çıkarını korumaya çalışacaktır.Konuşmasını yaptığı Çek Cumhuriyeti başta olmak üzere pek çok üye derinleşme, daha da bütünleşme yerine egemen otoriterilerinin korunmasına önem verecektir. AP'deki sandalye sayısının yeni üye katılımına rağmen sabit tutulması uzun pazarlıkları gerektirecektir. Üyelerin otoriter sapmalarının cezalandırılması ise çok daha zor olacaktır.Bu nedenle Scholz'un konuşmasını Avrupa gelecekte neye benzer diye değil Almanya'nın vizyonu nedir şeklinde okumak ve bizim açımızdan ne anlama geldiğini tartışmak gerek. İlk tartışılması gereken de genişleme derken, ülke ve bölge sayarken Scholz'un Türkiye'den şartlı dahi olsa söz etmemiş olması, şu koşulları yerine getirlerse üyelik perspektifleri açılır gibi bir şey söylememesi.İsteseydi Alman Başbakanı Türkiye için de bir perspektif verebilir, hangi şartlar altında müzakerelerin yeniden başlayabileceğini, Türkiye'nin AB'ye ne şekilde üye olabileceğini söyleyebilirdi. Nasıl bir Türkiye'yi birlikleri içinde görmek istediklerinden söz edebilirdi.Belli ki istemedi. Ya tartışmalı Türkiye konusunu AB vizyonu içine sokup çözmeye çalıştığı sorunu daha da çözümsüz hale getirmekten kaçındı ya da Türkiye'nin üyeliğini aklından ve vizyonundan tamamen çıkarttı ki, bu daha büyük bir olasılık.Onun unutmasında veya bilinçli ihmalinde bizim sorumluluğumuzun olduğuna şüphe yok. İnsan hakları sorunlarımızın, AİHM kararlarına uymamamızın, Ege ve Akdeniz'de haklarımızı korumak için güç kullanma tehdidine başvurmaktan kaçınmamamızın ve daha pek çok nedenin bu stratejik unutkanlıkta payı olmalı.Ancak tüm bu sorunların hiç olmadığı, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda ciddi atılımlar yaptığı dönemde de Almanya, Fransa, Avusturya gibi ülkelerin üyeliğimize açıkça karşı olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Giderek bir ablukaya, adı konmamış yaptırıma dönüşen vize rejiminin iktidarı değil Türkiye'nin sizin, benim gibi sıradan insanlarını hedef aldığını da öyle.Schengen vizesinin araçsallaştırılmadığını, AB'ye iltica ihtimali hiç olmayan insanların dahi aylarca kuyruklarda, sıralarda bekletletilmediğini söyleyemeyiz. Onların teknik yetersizlik, bizim önüne gelene pasaport veriyoruz