Bir olgu olarak savaş

Bazılarını benim de kullandığım ders kitaplarında tarihte kaydına rastlanan yaklaşık 14 bin 400 savaşta 3.5 milyar civarında insanın öldüğü, daha doğrusu öldürüldüğü yazar. Buna en az 60 milyon hayata mal olan İkinci Dünya Savaşı ve 1990'larda Kafkaslarla Balkanlarda yaşananlar dahil, ancak Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen ve şimdiden on binlere ulaşan Ukrayna Savaşı değildir.Yapılan araştırmalar oranlarda düşüşler gösterse de alınan tüm tedbirlere, kurulan tüm örgütlere, oluşturulan tüm kurallara ve insanlığın kat ettiği tüm aşamalara rağmen savaşlar ve ölümler ne yazık ki önlenememiştir.Görünen bundan sonra da önlenemeyeceği, organize gruplar arasındaki siyasi nedenlere dayalı çatışmaların süreceği, birilerinin savaş açmak, istediklerini güç kullanarak elde etmek için çaba harcamaya, gerekçe bulmaya devam edeceğidir.Savaş olasılığı gelecekte de devletleri hazırlıklı olmaya, askeri harcamalarını arttırmaya, ittifaklar kurmaya sevk edeceğe benzemektedir. Daha iyi yaşamaktan çok daha iyi öldürmeye kaynak ayrılacak, teker teker savaşlar lanetlense, hatta savaş genel olarak yasaklanmış olsa bile yöntem olarak varlığını idame ettirecektir.Waltz bunu sistemin anarşik yapısına, devletler üstü otoritenin olmamasına bağlar. Foucault'ya göre neden diğer toplumlarla işbirliği yapamamamızdır. Kant, demokratikleşirsek savaşmayacağımızı iddiasını ortaya atar. Liberaller, demokrasilerin sadece birbirleriyle savaşmayacağını söyler.Bazıları da ticaret ve karşılıklı bağımlılık önerir. Marksistler emperyalizmi sorumlu tutar. Hobbes ve Morgenthau savaşın nedenini insan doğasına bağlar. Eski Yunanda savaşları önlemek için kadınlardan kocalarıyla birlikte olmamaları dahi istenmiştir. Fakat sonuç değişmemiş, devletler ve organize gruplar şiddet kullanmaya devam etmiştir.Konunun uzmanlarıysa savaşları takip etmeye, onları sınıflandırmaya, anlamaya, anlamlandırmaya çalışmıştır. Bu da bize Carl von Clausewitz'den Quincy Wright'a, oradan Mary Kaldor'a uzanan, arada Naom Chomsky'e uğrayan, Charles Tilly'le savaşın kurucu rolünü kutsayan büyük bir literatür ve kapsamlı bir akademik miras bırakmıştır.Soruna tespitten çok normatif açıdan yaklaşan ve kökenleri çok eskilere dayanan, günümüzde ise daha ziyade Michael Waltzer ile anılan bir gelenek de savaşların hiç olmazsa adil olmasını talep etmiştir. Makul gerekçelerle açılmasını, başta sivillerin ve teslim olan askerlerin korunması olmak üzere adil bir şekilde yapılmasını, orantısal olmasını istemiştir.1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1992'de kabul edilen Roma Statüsü ile de bu geleneğin önemsediği değerler korunabildiği kadar korunmuş, savaşlarda muhtemelen daha az insan ölmüş, devletler hedef seçerken sivil olmamasına belki biraz daha fazla hassasiyet göstermiştir. Açtıkları savaşların son çare olarak görülmesine, meşru kabul edilebilecek bir nedenle gerekçelendirmesine dikkat etmiştir.Ama yine de savaşlar çıkmıştır. Çıkmamasını sağlayacak mucize bir formül de yoktur. Kimileri insanlar değişmeli, kimileri devletler, kimileri de uluslararası sistem demekte,