Kalabalıklar içinde milyonlarca "yalnız"

Hayat yalnızlık ve gurbet yolculuğuydu bir bakıma! Ömür dediğimiz; bu mekândan, bu şehirden, bu dünyadan başka bir yerlere hicret değil miydi hep Elde kalan ise; üç-beş hatıra kırıntısı... Kim bilir!..Evet; her insanın bir hikâyesi vardı. Kalabalıklar içinde kocaman bir yalnızlık! Dünya nüfusu 8 milyar olsa da yalnız... kimsesiz ve garip bir yolcu... Yalnızlık şuurlu bir tercih bazen. Çoğu zaman ise; yaşadığı yalnızlığının bir gurbete dönüşmesi. İnsanı ruhen, kalben ve zihnen yıpratan yalnızlık... Yalnız doğuyordu insan. Herkes, her şeyle ve herkesle imtihan oluyordu. Hiç bir insan, diğerinin yerine sınava giremiyor. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemiyordu. Her insan, kendi güzeran-ı hayatını yazıyor; her can, kendi musalla taşına yürüyordu. Her âdem kendi şiirini, kendi hayatını, insanî mahiyetin gereğini yazıyor, renklerini boyuyordu kısacık ömründe. İnsanın asıl yalnızlığı, kalabalıkların içerisinde, ailesinde, anlaşılmadığında ve kimsesiz kaldığında yaşadığı bir duygudan öte; kendine olan yalnızlığıymış. 'Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde.' Ruhun bedenle, zihnin kalple, duyguların düşünceyle buluşamamasının yalnızlığı... Masal bu ya! Aslında her insan, çevresinde sevdiği insanlar bulunsa da; doğduğu günden hayata veda ettiği güne kadar, bir ömür boyu yalnızmış. Önemli olan, insanın bu yalnızlığıyla barışık yaşaması ve yalnızlığını üretkenliğe dönüştürebilmesiymiş. İşte bu yalnızlık, insanın özgürlüğüymüş! Olaylar bir okyanusun dalgaları gibi savuruyordu bizi; insancıklar ise kendilerini 'gemisini kurtaran kaptan' olarak görüyordu. Ancak; çoğu zaman 'evdeki hesap hayata uymuyordu.' Reşat Nuri gibi şaşırıyordu: "Ben zannediyordum ki; ömürlerimizin teknesini istediğimiz sahile çekmek için, yalnız onun dümenini ele almak kâfidir... Anlıyorum ki değilmiş... Yollar görünmez kayalarla doluymuş... Onlara çarpmamak lazımmış... Daha fenası gizli akıntılar varmış ki, insan onlara kapıldığı zaman yolun değiştiğini, gittikçe uzaklaştığını