Abdülhamid, mutlâkıyet, meşrûtiyet...

Yüz küsûr yıldır bitmeyen bir tartışma konusu yine gündemde.Konuyu üst başlıklar halinde şöylece tanımlamak mümkün: Sultan Abdulhamid'in şahsı, siyasî otoritesi, dönemin mutlakiyet ve istibdat idaresi ile hürriyet-meşrutiyet denemeleri esnasında yaşanan müsbet-menfi gelişmeler. Bazı tarihçiler, meşrûtiyet dönemindeki maddî-manevî kayıpları, Sultan Abdülhamid karşıtlığına tahvil ederek, akabinde hasıl olan bütün kusur ve günahı da Meşrûtiyet idaresine ve taraftarlarına fatura etme cihetine giderler. Oysa ki, böylesi bir görüş ve yaklaşım tarzı esastan hatalı ve temelden yanlıştır. Zira, dahilde ve hariçte biriken yıkıcı düşmanlık, Mutlâkıyetin (tek adam rejiminin) susturucu ve baskıcı politikaları sayesinde geliştiği gibi, yaşanan dramatik gelişmelerin asıl sebebi ve kaynağı da Meşrûtiyetin kendisi değildir. (Ara notu: Üstad Bediüzzaman, "İstibdat zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır" diyor.) Dahilde kurulan "Hafiye Teşkilâtı" ile uygulanan sansür ve sürgün politikaları sayesinde, hem Sultan Abdülhamid'e, hem de onun şahsında mukaddes İslâm dinine karşı, zaman içinde şiddetli bir kin, öfke ve düşmanlık cereyanı meydana geldi. 1908'de ise, bu öfke patlama noktasına geldi ve bir yıl sonra da 31 Mart Vakası ile patladı ne yazık ki... O dehşet verici patlama, sadece Sultan Abdülhamid'i devirmekle kalmadı; aynı zamanda mukaddes İslâmiyet ve şeriat de çirkin hücumların hedefi haline getirilmiş oldu. Üstad Bediüzzaman'ın tabiriyle, "O ism-i mukaddese de hücum edildi." (Münâzarât: 83.) Şüphesiz, Sultan Abdülhamid hem kudretli bir padişah, hem de iyi niyetli bir idareci idi. Fakat, bu iyi niyet, iyi netice almaya yetmiyor. Niyet iyi olsa bile, uygulama kötü olduktan sonra, netice çoğu kez felâket oluyor. Hele hele, din ve İslâmiyet adına yapılacak kötü icraatların bedeli çok ağır şekilde ödeniyor. İşte, dikkatleri özellikle bu noktaya çeken Bediüzzaman, iyi niyetle sürdürülen yanlış politikanın altını çizdikten sonra, pusuda yatan fitnekârlığın nasıl meydan bulduğuna da şu ibretâmiz sözleriyle açıklık getiriyor: "Din, dahilde menfi tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zât, menfi siyaset namına istifade edildi zannıyla, şeriata gelen tecavüzü gördünüz." (Sünûhat: 67.) Bu paragrafta geçen "menfi tarz"dan kasıt, istibdada dayalı