Pandemi patlak verdi... "Var bunlar tarihte" dediler; dönüştürülmüş bir grip virüsü türünün yol açtığı salgını hiç utanıp sıkılmadan tarihteki veba felaketleri gibi anlayalım istediler... Ulus devletleri paniğe sevk edenler ortadan kayboldular. O sırada gerçeği haykırdıkları için sesleri bastırılan bilim adamları şimdi her şeyi bir bir ortaya döküy
Her seferinde... "Adamlar kafayı dinimizle bozmuşlar, delirmek bu artık" deyip hafif alaycı bir edayla geçiştiriyoruz... Kolaycıyız doğrusu; gevşeğiz. Niye kafayı dinimizle bozmuşlar peki diye sormuyoruz Sorduğumuzda da ezberden cevaplıyoruz: Çünkü laikçiler, sekülerler, ateistler, şöyle böyleler... Hayır! Bu tanımlamalar esas dürtüyü anlatmıyor, ü
"Bir bayram günü Dolmabahçe'nin merasim salonunda muayede resmi yapılıyordu. Abdülhamid arkasında paltosu, elinde kılıcı ve beyaz güderi eldivenleri ile salonun nihayetinde ortaya konulmuş kırmızı atlaslı ve altın yaldızlı bir tahta oturmuştu. Arka tarafta şehzadeler, mabeyn erkânı, sağ tarafta vükela, ulema, askeri efrat ve paşalar dizilmiş, muaye
Kendi hayatından bir adım ötesini göremiyor, görmek de istemiyor. Çocuklara inanmıyor... İşe güce, umutla çalışmaya, çabalamaya inanmıyor... "Sade insan"ın inançlarına asla katlanamıyor... Ama elinde bir pankart; üzerinde "Dünya için temiz bir gelecek" yazıyor. Gülünç ve acıklı tabii... "Doğanın, havanın ve hayvanların kurtarılmasından daha önemli
Okul çocuklarının bile bildiği ayrım çizgilerini biz okumuş yetişkinler unutuyoruz... Ama mesele iddia öne sürmekse... Dilimiz pabuç gibi... Mesela "10 yılda alınacak yağış miktarını bir günde aldık" deniliyor; ardından hangi lafın geleceği de belli: "İklim değişiyor işte!" Tabii herkes kafa sallıyor: "Evet, evet, çok haklısınız!" Oysa bahsedilen ş
"Ben, ben, ben, haritada deniz görmüş boğulmuş; Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş. Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum; Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi uçurum..." Yukarıdaki dizelerin şairini, yani Necip Fazıl'ı bilemeyebilirsiniz... Bilseydiniz iyi olurdu, ayrı konu... Ama şu dizelerin derdi ne, arayışı ne, fikri ne; işte bun
Biyografilerine baktığınız anda şunlar hemen dikkatinizi çekiyor... Körfez Savaşı... Irak Savaşı... Afganistan Savaşı... Kimlerden mi bahsediyorum Biri işin en tepesindeki general... ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley. Diğeri CENTCOM'un (ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı) başındaki Michael Erik Kurilla. Milley, 5 Mart'ta Kuzey Suriye'de görünüverd
Solculuk yaptığım (!) üniversite yıllarımda evden erkenden çıkıp Vezneciler'deki Site Yurdu'nda pazar kahvaltısına giderdim. Büyük tepsilerde menemen yapar, altı, yedi kişi içine ekmek bandırırdık. Bir yandan da Marks, Lenin, konuşurduk... O zamanlar sosyalist devrim mi, "Milli Demokratik Devrim" mi tartışması çok gözdeydi... Tabii "solculuk" deyim
Sismoloji ve inşaat mühendisliğini çok konuştuk, daha da konuşuruz. Lakin "depremlerin sosyal tarihi" de az öğretici değildir. Bilen bilir... Çeşme'nin tam karşısında Sakız Adası vardır. Mübalağadır ama adadaki horoz seslerinin bazen Çeşme'den işitildiği söylenir. 3 Nisan 1881'de Sakız Adası'nda binlerce insanın kaybına yol açan bir deprem yaşandı
Doğru düzgün inşaat yapacaksın! Çalıp çırpmadan, doğru malzemeyle... Nasıl bir mühendislik gerekiyorsa, öyle... Bu kadar yalın! Yoksa korkunç bir deprem yaşadık diye bilime ve uygarlığa tapınmanın âlemi yok! Doğa, hiçbir zaman uygarlık kadar yıkıcı ve gaddar olmuyor. Unutuyoruz; uygarlığın enerji biriktiren "fayları" çok daha vahim. Yeryüzünde şu a
© 2016