Sûltân IV. Murad Gâzi'nin tahta geçmesi ve şahsiyeti (10 Eylül 1623)

1970'li yıllarda okuduğum Selçuk Kuleli'nin "Zorba" isimli romanı Sûltân IV. Murad dönemini bütün çıplaklığı ile anlatıyordu. İhtilaller, entrikalar, devlete isyan edenlerin bir bir ortadan kaldırılmalarını çok güzel bir üslupla Zorba'da yazan Selçuk Kuleli'nin aslında Yavuz Bahadıroğlu olduğunu 20 yıl sonra öğrenmiştim.

Yeni Akit'te birlikte köşe arkadaşlığı şerefine erdiğim çok kıymetli büyüğüm Yavuz Bahadıroğlu'nu bir kez daha rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun inşaallah

Hicrî 15 Zilkâde 1032 10 Eylül 1623 Pazar günü sabah namazını Ayasofya'da Kılan Divân Üyeleri kuşluk vakti toplantıya girdikten kısa bir süre sonra aldıkları karar doğrultusunda Sûltân I. Ahmed'in oğlu şehit Padişah II. Osman'ın kardeşi 11 yaşındaki veliaht şehzâde Murad'ı taht'a çıkartarak IV. Murad ünvânıyla yeni hükümdar olduğunu ilân ettiler.

Bu karar Sûltân I. Mustafa'nın aklî dengesini kaybettiği gerekçesiyle oy birliği ile alınmış olsa da bu işe ön ayak olarak kararda büyük katkısı olan Sadrâzâm Kemankeş Ali Paşa görevinde bırakıldı.

Sultan IV. Murad, cülusunun ertesi günü gelenek gereği kılıç kuşanmak için Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in Mihmandârı Hz. Eyyüb El-Ensâri Hazretleri'nin Türbesi'ne gitti. Burada yapılan duâların ardından kendisine, Üsküdar'da ki Dergâh'ından bütün dünyaya ilim, irfan, mâneviyat yayan büyük Allah dostu Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri tarafından çifte kılıç kuşatıldı. Bunlardan birisi Hazreti Ömer radiyallahü anhûm'un, diğeri ceddi Yavuz Sûltân Selim'in kılıçları idi.

Sıra askerlere dağıtılacak bahşişlere gelmişti. Ancak 1 yıl, 3 ay, 21 gün önce şehid edilen Sûltân II. Osman vakâsında hazine yağmalanarak boşaltılmıştı. Hazine bomboş olduğundan, cülus bahşişi verilmesi imkânsızdı. Durum bahşiş bekleyen askerlereiletilmiş, onlarda önce cülus bahşişlerini almayacaklarına dâir söz vermişler, daha sonra ise âmirlerinin kışkırtmasıyla yeniden cülus bahşişlerini talep etmeye başlamışlardı.

Çözüm olarak sarayda bulunan altın ve gümüş eşya darphaneye gönderilerek kestirilen sikkeler cülus bahşişi olarak askere dağıtıldı.

Ancak İstanbul anarşi içindeydi. Anadolu eşkıyaların elinde kan ağlamaktaydı. Rüşvet, yolsuzluk ve zulüm memleketi kaplamıştı. Sultan II. Osman'ın tahttan indirilmesi ve akla hayâle gelmeyen hakaret ve işkencelerle şehid edilmesi, Osman'lı Padişahlarının otoritesini ilk defa kökünden sarsmıştı. Bu otoritenin yeniden tesisi şarttı.

IV. Murad, şehzâdeliği zamanında, Anadolu isyanlarını, İstanbul'un anarşisini, yeniçerilerin itaatsizliğini, devlet adamlarının karaktersizliğini, abisi Genç Osman'a yapılanları bizzat görmüş birisi olarak otoriteyi eline alabilmesi için yaşının biraz daha olgunlaşması için zamana ihtiyaç vardı. Bu süre içerisinde Kösem Sûltân ismiyle anılan annesi Mehpayker Sûltân kendisine vekâlet edecekti.

Bu arada Sûltân IV. Murad Hân; bir taraftan Enderûn Mektebindeki hocalardan özel dersler almaya devam ederken, diğer taraftan Hacı Süleyman, Hüsamzâde ve Sarı Solaktan ok atmayı, Cündi Halil Paşa'dan at binmeyi öğrendi. Bir zaman sonra uzun boylu, geniş omuzlu, koyu kumral saçlı, iri kemikli bir genç oldu. Atıcılığı, biniciliği, keskin zekâsı, askerî dehâsı, zorluklara karşı çok dayanıklı olmasıyla bilinirdi. Özellikle asker tarafından savaşçılığı çok takdir görmekteydi.

Babası 1. Ahmed gibi genç yaşta vefât eden Sûltân IV. Murad Hân, 27 yıllık ömrünün 17 yılını tahtta geçirmesine rağmen ancak Sadrâzâm Topal Receb Paşa'yı bertaraf edip zorbaları ortadan kaldırdığı 18 Mayıs 1632'den itibaren 20 yaşına doğru yönetimi ele aldı. Yaklaşık 8 yıl boyunca tek başına hükmetti ve bu dönem de taht'a geçtiğinde kuşandığı kılıçların hakkını lâyıkı ile vererek sayılamayacak kadar icraat yaptı

Devlet otoritesini kim bozduysa hepsini bir bir suçüstü yakalayıp imha etti. Eşkıyalık yapanları parçalattı. Tütün yüzünden İstanbul'u kasıp kavuran yangın sonrası tütünü, başından beri karşı olduğu içkiyi, gece ise fenersiz sokaklarda dolaşmayı yasakladı. Uymayanları bizzat eliyle cezalandırdı. Gözü kara yiğitlerden kurduğu özel timlerle gece gündüz devlet, millet düşmanlarının peşine düştü. Kimsenin gözünün yaşına bakmadı. İhanet şebekelerini dağıttığı gibi, âlet olanları da fert fert temizledi.

"Ya Devlet başa, ya kuzgun leş'e" düsturuyla hareket etti. Geceleri, üstün silahşörlerden oluşan seçkin korumalarıyla İstanbul sokaklarında asayişi sağladı. Zaman zaman şehzâdeler yaşıyor mu diye saray kapısından ya da saray önünde ayak divânına çağırttırılarak yaşayıp yaşamadığı kontrol edilen şehzâdeler Süleyman, Bayezid ve Kasım'ı kapıkulu, yeniçeri ve sipahi ocaklarının tehdit ve isyan girişimlerine bir daha âlet edilmesinler diye devletin bekâsı için hepsini fedâ etmekten çekinmedi. O güne kadar görülmemiş bir şekilde herkesi dehşete düşüren kararlarla Şeyhülislâm ve Kadı'ları idam etmekten geri kalmadı. İdam ettirdikleri arasında bir Kırım Hân'ı, bir de Ortodoks Cihan Patriği vardır.

Geldiği Konya'da; gördüğünü bir daha asla unutmayan keskin zekâsıyla kalabalığın arasında, çok sevdiği Hâfız Ahmed Paşa'nın katline karışanlardan iki yeniçeriyi tanıyarak atını derhal üzerlerine sürmüş ve yanından ayırmadığı gürzü ile hemen orada beyinlerini parçalamıştı.

Kendisine delinmesi mümkün değildir diye hediye edilen çok sağlam bir kalkanı önce attığı oklarla delik deşik etmiş, ardından savurduğu kargıyla parçalamıştı. Ayrıca en büyük özellikleri arasında; bir askeri atıyla beraber ikiye bölmesi, yola devrilen yüzlerce kiloluk ağaçları tek başına kaldırıp atması, kurulamaz denen kale kapılarını koçbaşıyla kırması vardı.