İtalya ile yaptığımız Uşi (Lozan) Anlaşması (15 Ekim 1912)

UŞİ ANLAŞMASINA GİDEN YOL LİBYA'NIN İŞGÂLİ

Trablusgarb ve Bingâzi'nin kendisine terkedilmesini isteyen İtalya'nın gönderdiği "nota" 23 Eylül 1911'de Sadrâzâm İbrahim Hakkı Paşa'ya ulaştığında Sadrâzâm, jandarmanın ıslâhı için Türkiye'de bulunan İtalyan Robilan Paşa ve eşiyle briç oynuyordu.

Sadrâzâm Hakkı Paşa bir müddet getirilen zarfı açmadığı gibi cevabı da geciktirdi. Bunun üzerine İtalya 28 Eylül'de 24 saat içinde cevaplandırılmak üzere ikinci nota'yı verdi ve savaş ilân edeceğini duyurdu.

Durum ciddi idi. Hakkı Paşa alelacele kendi konağında kabineyi topladı. Yetmedi gece yarısı saraya taşındılar. Uzun müzakerelerden sonra sabaha karşı hazırlanan cevapta; "İşgâlden vazgeçildiği ve Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterildiği takdirde İtalya'ya daha fazla ticâri ve siyasî imtiyazlar verileceği" bildirildi.

Buna rağmen İtalya 29 Eylül 1911'de Türkiye'ye savaş ilân etti ve aynı gün Trablusgarb'ı gün boyunca denizden bombaladı. Ardından sadece üç bölük askerimizin koruduğu Trablusgarb'a akşamüzeri kolayca çıkarma yaptı. Çünkü Yemen isyanı çıkınca Mahmut Şevket Paşa buradaki tümeni oraya sevkettirmişti. Koca Libya'da sadece 5.200 Türk askeri kalmıştı.

Bu işgâl, ülkede büyük bir infiâle yol açtı. Başta Sadrâzâm Hakkı Paşa, "Vaktiyle benim durumuma düşen Sadrâzâmların binek taşlarında boyunları vurdurulurdu" diyerek 30 Eylül'de istifa etti. Yerine Said Paşa atandı.

İşgâl karşısında kim neyi nasıl yapacağını bilmediği bu kritik ortamda Berlin'de Askerî Ataşe olarak görev yapan Kurmay Binbaşı Enver Bey (Paşa) derhal İstanbul'a gelerek duruma müdâhil oldu. Türk Hâkânı ile görüştü. Ondan izin aldıktan sonra, yanına Fuat Bey'i (Bulca), amcası Halil Bey'i (Paşa), Ekrem Bey'i, kendi kardeşi Nuri Bey'i (Paşa) alarak gizlice Libya'ya İtalyanlarla savaşmak üzere cephe'ye koştu.

Bir taraftan da daha sonra Teşkilât-ı Mahsusa'nın başına geçireceği en güvendiği subaylardan Çerkes Kuşçubaşı Eşref'e haber saldı ve güvendiği subaylarla derhal yola çıkmasını istedi. Kuşçubaşı Eşref haberi aldığında Hamidiye Alaylarından bir subayla Bitlis, Muş, Van arasında dolaşıyor yetkililerle bölgenin durumunu görüşüp rapor ediyordu. Hemen telgrafın başına geçti ve Enver Bey'in Libya'ya saldıran İtalyanlara karşı cihad'a başladığı hemen cepheye koşulması gerektiği duyurusu telgraf tellerinde süratle dolaşmaya başladı.

İlk haberi Edirne'de askeri okuldan beri arkadaşı olan Bağdat'taki Süleyman Askerî'ye ulaştırdı sonra diğerlerine. Süleyman Askerî yanında subay arkadaşlarından Cemil, Tevfik ve Fehmi Bey'ler olduğu halde medrese öğrencisi kılığında İskenderiye'ye ulaştığında; Kuşçubaşı Eşref de Mustafa Kemal, İzmitli Mümtaz, Ömer Naci, Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Nuri Conker, Çerkes Reşid (Çerkes Ethem'in kardeşi),Selanikli Nazım, Beşiktaşlı Niyâzi ile 29 Ekim'de İskenderiye'ye gelmişlerdi.

Enver Bey'in süratle oluşturduğu yerel güçler ile çoktan İtalyanlara karşı savaşa başladığı haberini aldılar. Ayrıca Enver Bey'in vakit kaybetmeden kendisine intikal edilmesi gerektiği emri kendilerine tebliğ edildi. İngiliz devriyelerine yakalanmamak için Kuşçubaşı Eşref herkesi küçük gruplara ayırmış, dikkatli bir şekilde yol aldırırkenbu arada Mustafa Kemal'in hastalandığı ortaya çıktı. O'nu İskenderiye'ye geri götürüp Rum doktor Çaçatis'e teslim etti.

Mustafa Kemal, Enver Paşa'nın komutasında Derne'de görev almak için ancak 1 Aralık 1911'de yola çıkabildi. Savaş'ın başlamasından dokuz hafta sonra, Enver Paşa'nın karargâhının olduğu Sireneykaya'ya sızmayı başardığında, askerlerin Enver'in topu "midfa'i Enver" dedikleri top seslerini duymaya başladı.

Enver Paşa ise daha 19 Ekim'de Libya'ya varmış Derne'de ve diğer bölgelerdeki direnişi teşkilatlandırmaya başarmıştı. Kısa sürede 20 bin kişilik yerel güce ulaşmış ve maddi ihtiyaçların karşılanması için kendi adına para dâhi bastırmıştı.

Ekim sonunda Mısır ile Tunus arasındaki 1.320 km'lik sahil İtalyanların elinegeçti. Ancak iç kesimlere birkaç km. dahi giremediler çünkü Kurmay Binbaşı Enver Bey özellikle Senûsilerden oluşan gönüllü birlikleriyle şiddetli bir direniş göstermişti. Senûsîler 80 yıldır (1830'da Mekke'den gelmişlerdi) bölgede faaliyet gösteriyordu ve başlarında Seyyid Ahmed Senûsî bulunuyordu.

Libya'yı; 60 bin asker, 48 sahra topu, 24 dağ topu ve muazzam donanması ile bir hafta içinde ele geçireceklerini zanneden İtalyanlar,Enver Bey ve organize ettiği yerli halkın şiddetli direnişi karşısında sahilde çivilenip kaldılar. Bu cehennemî direnişi çözmek için İtalyanlar İngilizlerin aklıyla farklı yollara başvurdular.

Önce İngilizlerin, "Beyrut'u bombalarsan Libya'yı bırakırlar" tavsiyesine uyarak 1912 Nisanı başında Beyrut'u bombardımana tuttular. Ama Enver Paşa Libya'dan vazgeçmedi. Ardından İngilizlerin, Ege Adalarına çök Libya'yı mutlaka bırakacaklar tavsiyesi ile bu kez de, 389 yıl 4 ay 7 gündür elimizde olan ve birer bölük askerin jandarma görevi yaparak koruduğu Rodos ile oniki adayı 24 Nisan'da başlayıp 20 Mayıs 1912'ye kadar 26 günde işgâl ettiler. Enver Paşa Libya'yı yine bırakmadı.

İngilizler daha ileri giderek, "Boğazlara yüklen, Türkler İstanbul'u kurtarmak için Libya'dan mutlaka vazgeçeceklerdir" diye akıl vermesiyle İtalyanlar bir de Çanakkale'den geçmeye kalktılar. 1912'nin 18 Temmuz gecesi boğazı zorladılar ama geçemediler. Buda bir işe yaramadı. Üstelik Enver Paşa cehennemî direnişini artırmıştı.

UŞİ'DE ANLAŞMA İMZALANIYOR

Bunun üzerine İngilizler, İtalya'ya söz verdikleri Libya'yı, Enver Paşa'nın elinden alabilmek için şeytanca bir planla bu kez de Balkanlar'ı patlattılar. Balkan Savaşı başlayınca nasıl olsa Kurmay Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları Libya'yı bırakarak İstanbul'un hemen yanıbaşındaki cepheye koşacaklardı. Öyle de oldu.

Balkanlar'da bulunan Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan'ı aralarında anlaştırarak Türkiye'ye saldırttılar. Sofya Elçisi iken Hariciye Nâzırı olan Âsım Bey, 15 Temmuz 1912'de Mecliste yaptığı konuşmada "Balkanlar'dan imânım kadar eminim" diyerek savaş çıkma ihtimalinin olmadığını söylemesinden 85 gün sonra Karadağ Prensliği Türkiye'ye karşı savaş açtı. On gün sonra Bulgaristan ve Sırbistan'la, bir kaç gün sonrada Yunanistan'la savaşa girmiştik bile. Arkalarında her zaman olduğu gibi, başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya vardı.

Bu savaşın gelişinden haberdar olamayarak gaflet uykusundan uyanamayan hükümet; önce 13 Mart 1912'de Bulgaristan'ın-Sırbistan'la, daha sonra 29 Mayıs'ta yine Bulgaristan'ın-Yunanistan'la anlaşmaya varmasını, akabinde Karadağ'ın katılmasıyla daha da güçlenerek Türkiye'ye karşısavaş ve taksim planlarını da görememişti.

Hâlâ, "Savaşın neticesi ne olursa olsun sınırlar asla değişmeyecek" diyen Avrupa'ya güvenenler vardı ve bu yüzden Balkanlar bir anda elimizden çıktı. (Kısa süre sonra Bulgarlar Çatalca önlerine gelecektir.)

İşlerin buraya kadar gelmesine; İstanbul'da bir türlü durulmayan sular, sık sık değişen hükümetler tâbîki etkili olmuştur. Nihayet; İngilizlerin aklı ve Rusya ile Fransa'nın kışkırtmasıyla patlak veren Balkan savaşı İtalya ile anlaşmayı zorunlu kıldı ve yâni İngilizlerin dediği oldu.

1 yıl 17 gündür devam eden savaştan sonra masaya oturduk. 15-18 Ekim 1912 tarihlerinde İsviçre'de Leman Gölü kıyısında bulunan Lozan şehrinin kasabası konumundaki Ouchy'de (Uşi'de) biraraya gelen tarafların üzerinde vardıkları anlaşmayı Türkiye adına Fahreddin ve Mehmed Nâbi Bey'ler imzaladılar. Böylece Türk-İtalya savaşı kâğıt üzerinde sona ermiş oldu.