İsrail'in kısa tarihi ve İsrail'i ilk Türkiye tanıdı, Filistinliler toprak sattı yalanı

Napolyon Bonapart, 19 Mayıs 1798'de Fransa'nın Toulon Limanından 450 gemiyle hareket ettiğinde işgâl endişesiyle Mora, Girit ve Kıbrıs'ta hızlıca tedbir almıştık. Fakat Napolyon geldi Mısır'ı işgâl etti. Mısır'a asker çıkartacağını hesaba katmamıştık.

Bu işgâlin temelinde ise Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak vardı. O'nu bu düşünceye sevk eden ise Avrupa'da yaşayan zengin Yahudilerin Napolyon'dan bunu talep etmeleri olmuştu. Bunun için Napolyon'un önüne göz kamaştırıcı servetler döktüler. Dünyanın en büyük komutanı sıfatıyla Napolyon, Mısır'ı işgâl ettikten sonra Filistinli Yahudilerle buluşmak ve işgâl edeceği Filistin topraklarını bu azınlığa teslim ederek Yahudi devletinin temellerini atmış olacaktı.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Her ne kadar Filistin topraklarına ayak bastığı Yafa'da şimdiki İsrail zulmünü aratmayacak şekilde 10 bin sivili kılıçtan geçirse de, Akka'da Cezzar Ahmet Paşa'dan okkalı bir Osmanlı tokadı yemişti. Kuşattığı Akka'da 64 günde perişan olmuş, aldığı üst üste yenilgilerden sonra bütün ağırlıklarını çöle gömerek gecenin karanlığında kaçıp gitmişti.

Bu durum Avrupa'daki Yahudileri sükût-u hayâle uğrattı. Ancak hiçbir zaman Filistin'de devlet kurma emellerinden vazgeçmediler. Bunun için büyüklü küçüklü toplantılar düzenleyip, makaleler kitaplar yazdılar. Bu kitaplardan bir tanesi de Viyana'da yaşayan Yahudi Theodor Herzl tarafından yazılan "Der Judenstaat" yani "Yahudi Devleti" adlı bir kitaptı.

Bu kitabın içeriği üzerinde tartışmak üzere 1897'de Basel'de bir kongre yaptılar. Kongrenin sonunda, Basel Belgesi yayınlandı. Bu belgede, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması planlanmıştı. Bu tarihten önce çok az sayıda Yahudi göçmen zaten bölgede yaşıyordu. Beş yıl içerisinde bunların sayısı Avrupa'dan gelenlerle 25 bine ulaştı. O sıralar Filistin Bölgesinde 500 bin civarında yerel halk mukimdi. Ancak sıkı tedbirlerle Yahudi göçmenlere toprak satışı yapılmıyordu, yasaktı.

Aslında tâ Yavuz Sûltân Selim zamanından itibaren bölge sıkı kontrol altında idi. Hatta bölgede yaşayan Musevî, Ermeni, Rum kim varsa hem kontrol ediliyor, hem de aralarındaki ihtilaflar çözüme kavuşturuluyordu. Bunlarla ilgili son zamanlara kadar İstanbul'dan gönderilen bâzı fermanlar şöyleydi:

"Safed'de Yahudilere ait ibadet yerleri sayısındaki artışın araştırılması."

"Hayfa'da Musevî muhacirlerin yerleşmesine göz yuman sorumlular hakkında tahkikat yaptırılması."

"Rusya'dan Filistin topraklarına yönelik Yahudi göçüne müsamaha gösterilmemesi."

"Gazze ve Yafa sahillerinde yaşayan Yahudilerin buralarda yayılmalarına karşı askerî ve idârî tedbirler alınması."

"Ziyaret dışında yerleşmek üzere Kudüs'e gelen Yahudilere ikamet izni verilmemesi."

"İran'dan Kudüs'e gelen Musevî göçmenlerin memleketlerine iadesi."

"Musevîlerin Filistin'e yerleşmelerini önlemek amacıyla, kişiler arasında düzenlenmiş el senetleri üzerine tapu verilmemesi."

"Yahudi muhacirlerin Hayfa, Yafa ve Kudüs'e kabul edilmemeleri."

"Yürürlükte olan yasağa rağmen Baron Rothschild'in Filistin'e Musevî göçünü devam ettirdiğinden, bunun engellenmesi gerektiği."

"Taberiya'da bulunan Yahudi nüfusun tespiti."

"Meşrutiyet'in ilânından istifade ederek Filistin'e yerleşmek isteyen Musevîlerin engellenmesi."

"Filistin ve Kudüs'ü ziyaret eden Yahudilerin burada uzun süre kalmalarının ve toprak satın almalarının engellenmesi."

"Musevîlerin Filistin'den çıkarılması sırasında içlerinden yoksul olanların yol masraflarının Hükümetçe karşılanması."

"Kudüs'te ecnebi konsolosluklarca Musevîlere dağıtılan yardımları denetleyecek polislerin maaşlarının artırılması."

Kudüs'teki Kamâme Kilisesi konusunda Ermenilerle Rumlar arasındaki anlaşmazlığın çözümlenmesi.

Kudüs'te Yahudilere mahsus Hasidim denilen sinagogun yeniden inşâası."

"Musevî ve İsevîlere ait tarihî kutsal mekânların çevresine bina yapılmasına engellenmesi."

"Filistin'de müstakil bir Musevî hükûmeti kurulması Siyonistlere vaadedildiğinden İngiliz ordusunun Kudüs'e girmesinin engellenmesi" gibi fermanlardı.

Fakat bu son fermana rağmen 1. Dünya Savaşında imkânsızlık ve ihmalkarlık sonucu İngilizler bölgeyi işgal etti. Yetmedi Savaşın galipleri Fransa ve İngiltere aralarında gizlice Sykes-Picot Antlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşmaya göre bütün bölge Filistin hariç iki ülke arasında paylaşıldı. Filistin'de ise İngiltere'nin kontrolünde manda yönetimi kuruldu.

Son fermanın gerekçesi 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Yahudiler için bir devlet kurulması sözü vermiş, bunu da Siyonist Federasyonu'nun başkanı Lord Walter Rothschild'e gönderdiği bir mektupta açıkça yazmıştı.

İşte bu 67 kelimeden oluşan mektup Balfour Deklarasyonu olarak tarihe geçmiş ve İsrail-Filistin anlaşmazlığının da temelini oluşturmuştu. Deklarasyon gereği işgâl ettiği Filistin topraklarını Yahudilere peşkeş çekmek için bölgede manda yönetimi kuran İngiltere planlarını sinsice uygulamaya başladı.

Önce 1922 yılında bölgede nüfus sayımı yaptırdı. Toplam nüfusun 750 bin olduğu, Yahudilerin ise İngiliz işgâlinden sonra yaptığı taşımalarla bu sayının 85 binini oluşturduğu görüldü. Bunu yeterli bulmadı. Yahudileri Siyonist STK'larla teşvik ederek 15 yıl içerisinde bölgeye 300 bin Yahudi getirip yerleştirdi. Yahudi göçleri devam ederken, 1929'un Ağustos'unda kaçınılmaz olan Arap-Yahudi çatışmaları baş gösterdi. Bâzı Yahudi yerleşimcilerin ölmesi üzerine İngiltere polisi de 110 Filistinliyi öldürdü. Gerginlik hat safhaya ulaşmıştı.

1936'ya gelindiğinde Arapların İngiliz idâresine karşı tepkileri büyüdü, genel greve dönüştü. İş, içinden çıkılmaz hâle geleceğinden endişe duyan İngiltere bir an önce Filistin topraklarını taksim etmeye karar verdi. Bunun için Temmuz 1937'de başkanlığını Lord Peel'in yaptığı "Kraliyet Komisyonu" kuruldu.

Komisyonun teklifi, Yahudilere İngiliz mandasındaki Filistin'in üçte bir topraklarını verme şeklindeydi. Buna Filistin yerel halkının tepkisi büyük oldu ve olaylar durulmadı. Bunun üzerine 1938'te İngiltere'den takviye birlikler gönderilerek olaylar bastırıldı. Ancak Yahudi göçü durmadı. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında yüz binler Filistin'e aktı.

İngiltere, 2. Dünya Savaşının ardından 1947 yılında Filistin topraklarını paylaştırma işini tarafsızlığına bir türlü inanılmayan Birleşmiş Milletler'e devretti.

BM tarafından kurulan özel komisyon, bölgeyi iki toplum arasında bölüştürme planını açıkladığında, Filistin'in yüzde 56,47'sini Yahudi devletine, yüzde 43,53'ünü de yerel Filistin Devletine bıraktığı görüldü. Kudüs ise uluslararası bir idare altında ayrı bir statü de yönetilecekti. BM'nin yüzde 56,47 toprak verdiği Yahudiler canına minnetti. Hemen kabûl ettiler. Ellerinden topraklarının alınmasına rıza göstermeyen Filistinli temsilciler ise haklı olarak teklifi reddettiler.

Buna rağmen konu 29 Kasım 1947'de BM Genel Kurulu'nda oylamaya sunuldu. 10 ülkenin çekimser kaldığı, TÜRKİYE dâhil 13 ülkenin karşı oy verdiği plan 33 ülkenin oyuyla onaylandı.

BM'de alınan bu karardan sonra kapılar ardında dönen dolaplar aşikâr olarak uygulanmaya başladı. Önce Tel Aviv'de 14 Mayıs 1948'de saat 16:00'da Siyonist devletin kurulduğu ilân edildi. Ardından hemen ertesi gün İngiltere Filistin'deki manda yönetimine son verdiğini açıkladı. Dünya ülkelerinden Siyonist devlete destekler gecikmedi. ABD, İngiltere başı çekerken, Yahudiler ellerinde tuttukları tröstlerle ekonomik gücü baskı aracı kullanmalarıyla İsrail'i dünyada tanıyan devletlerin sayısı da hızla arttı.

Ülkemiz ise İsrail'i yaklaşık 1 yıl sonra 1 Nisan 1949 tarihinde resmen tanımış, 7 Ocak 1950 tarihinde de Telaviv'de temsilcilik açarak resmi ilişki başlatmıştır. Tanıma; İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak'ın himayelerinde 24 Mart 1949 tarihli ve 35970115 sayılı Dışişleri Bakanlığının yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu'nun aldığı karar gereği gerçekleşmiş, 1 Nisan 1949'da resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

ARAP-İSRAİL SAVAŞLARI

Bir oldubittiyle İsrail devletinin ilânından sonra bölgede Arap-İsrail Savaşlarının başlaması ise uzun sürmedi. 1948-49 Arap-İsrail Savaşı, 1956 Süveyş Savaşı, 1967 Arap-İsrail Savaşı, 1973 Arap-İsrail Savaşı süreçleri yaşandı. 1973 savaşına kadar bölgedeki Arap devletleri için öncelikli hedef İsrail'in ortadan kaldırılması iken 1973'te İsrail'e kaptırılan toprakların geri alınması asıl hedef oldu.

Terör ve şiddete dayalı bir devlet yapısını benimsemiş Yahudiler için terör ve şiddet, İsrail Devleti ilân edilmeden öncesinde de başvurdukları bir yöntemdi. Yakın tarihimizden başlayarak gerilere gittikçe bu durumun hep yaşanmış olduğu görülür.

Henüz Yahudi devleti ilân edilmeden 35 gün önce 9 Nisan 1948'de yaşanan ve 254 sivilin öldürüldüğü Deyr Yasin Katliâmı'nı hatırlayalım. Filistin köyü Deyr Yasin'de yapılan bu katliamı 1931-1948 tarihleri arasında İngiliz idâresi altındaki Filistin Mandası'nda faaliyet gösteren "Irgun" adlı Siyonist bir milis örgütü yaptı.

Evler havaya uçuruldu, köyde kalan herkes kurşuna dizildi ve cesetleri kuyulara atıldı. Yetmedi bütün canlılar katledildi. Deyr Yasin köyünün haritadan silindiği katliamın amacı, Kudüs yolunu Arap güçlerinden "temizlemek" ve Araplar arasında korku salmaktı. Bu baskın bize güneydoğumuzda PKK'nın yaptığı köy baskınlarını hatırlattı.

Kudüs'ün batısında hemen yanı başında bukatliamı gerçekleştirenler arasında bulunan ve daha sonra İsrail Başbakanı olan Menahem Begin, "Bu eylemi yapmasaydık İsrail Devleti olmayacaktı" demişti. Begin'in Likud Partisi işte bu Irgun örgütünün devamı olarak kuruldu. Zâten bu örgüt İsrail devletinin var oluş sebebi. Sonradan bu örgüt bütün milisleriyle İsrail silahlı kuvvetlerine dâhil edildi. Likud'un başkanlığını hâlen Netanyahu yürütmektedir.

İşte bu Irgun denen örgütü yaptığı akıl almaz cinayetlerden dolayı terör örgütü olarak ilân eden Birleşmiş Milletler ile ABD ve İngiltere Hükümetleri, hatta The New York Times gazetesi gibi basın organları bugün İsrail Silahlı Kuvvetleri'nin temelini oluşturan Irgun'dan dolayı İsrail Ordusunu, dolayısıyla İsrail Devletini neden terör devleti ilân etmezler.

Bunun dışında sözde devlet olan İsrail; 29 Ekim 1948'de Saf-Saf Köyü baskınında 70, aynı gün Davayima Köyü katliamında 81 mâsûm Müslümanı şehit etti. Sonra bu katliamları; 12 Ekim 1953'te bizzat Ariel Şaron'un yaptığı Kibya Köyü katliamı, 29 Ekim 1956'da Kefer Kasım katliamı, bir ay sonra Samu Köyü katliamı, 15 Şubat 1968'de Şeria Nehri boyunca 15 köyün napalm bombalarıyla imhası, 12 Şubat 1970'de Ebû Zabel'de bir fabrikada 70 işçinin kurşuna dizilmesi izledi.