Efendimiz'in (s.a.v.) doğum haftasında Mekke ve Medine'de zaman

İçinde bulunduğumuz bu eylül ayında yaptığımız son umre ziyaretinde yaşadıklarım bir kere daha gösterdi ki; Kutsal Topraklarda geçen zaman dünyanın en kıymetli zamanı, oralarda yapılan ibadetler rûhen doyuma ulaşma açısından en huzurlu ibâdetlerdir.

Kıyâmete kadar Kâbe'yi ziyaret edenler, Hz. İbrahim Aleyhisselam'ın dâvetine "Lebbeyk" diye cevap verenler Cenab-ı Hakk'ın celle celâlühü sevdiği seçilmiş kullarıdır hitâbına bir kez daha mazhar olabilmek için Nihat Dursun Kardeşimizle Murat Hocamı'zın mihmandarlığında planladığımız üzere Besmele ile yola koyuluyoruz.

Önce Cidde üzerinden Mekke-i Mükerreme ziyâret edileceği için İstanbul'dan daha uçağa binmeden ihramlarımızı giyerek niyetlerimizi yapıyoruz. Alçak sesle getirdiğimiz telbiye'lerle Cidde'ye vardığımızda Mustafa Kardeşimiz bizi arabasıyla Mekke'ye götürüyor. İlk işimiz umremizi yapmak üzere Murat Hocamızın rehberliğinde Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek.

Yüz kere, bin kerede gelseniz o heyecanı iliklerinize kadar yine yaşıyorsunuz.

İşte o anBaşımız önümüzde, dudaklarımızda telbiye'ler Kâbe'yi çeviren devâsa mescid'in içerisinden geçip ecdâdımızın yaptırdığı revakların altından avluya ulaşıyor, oradan da kalabalığın arasından mümkün olduğunca Allah'ın evine yaklaşıyoruz. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in "Hacılar ve umre yapanlar, Allah'ın ziyaretçileri ve ona gelen elçileridir. O'ndan istediklerinde onlara verir, istiğfar ettiklerinde onları affeder, O'na duâ ettiklerinde duâlarına karşılık verir. Birisi için şefaat ettiklerinde şefaatleri kabul edilir" Hadis-i Şerifleri aklımızda olduğu halde burada birden başımızı kaldırıp O mukaddes yapı Kâbe'nin karşısında ellerimizi açarak Allah-û Teâlâ'ya duâya başlıyoruz.

Bu müjde ile insan yaptığı ibadetlerden ayrı bir huşû duyuyor. İbâdet ve taatlar'ın lezzetinden bahsedilecekse orada yapılan ibâdetlerden bahsedilebilir.

Zâten Harem-i Şerif ve Ravza'yı Mutahhara'da bulunan kimse sağanak sağanak rahmete gark oluyor. Bundan kurtuluş olmuyor. İnsanı bu sağanaktan koruyacak hiçbir şemsiye de olamaz. İnsan ne yaparsa yapsın her saniye mütemâdiyen yağan bu sağanaktan nasibini alıyor.

Ancak; istekli olanlar, edebe daha fazla riâyet edenler, daha fazla ibâdetle uğraşanlar, özellikle Ramazan Ayında Kâbe-i Muazzama'da veya Ravza'yı Mutahhara'da itikaf'a girenler rahmetten ve sevaplardan elbette daha fazla istifâde edenlerdir.

Günlük rutin ibâdetlerimizi ifâ ederken, bir taraftan da Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz'in doğup büyüdüğü, yaşadığı, nazar ettiği yerleri de görmek istiyoruz. Bize o havayı da Harem-i Şerif'e önemli hizmetleri olan mühendis Cihat Yıldırım Kardeşimiz solutuyor.

Her gün otelimizden almak sûretiyle namaz aralarında o ziyaretleri bize bir bir anlatarak yaptırıyor. Önce Peygamber Efendimiz'in doğduğu eve götürüyor bizi. Kütüphane olarak kullanılan ve sadece araştırmacıların özel izinle girdiği kütüphanede Şeyh Yusuf karşılıyor bizi. Kütüphane'nin sorumlusu güler yüzlü âlim bir zât. Yusuf Efendi'nin ikramlarını tadarken, bir taraftan Cihat Kardeşimizden Efendimiz'in hayatından kesitler dinliyoruz.

Çıkışta doğruca Efendimiz'in Hazreti Hatice Validemiz ile birlikte yaşadığı ve 2553 yaş aralığını geçirdiği ve ikinci vahyi aldığı evinin olduğu alana gidiyoruz. Bildiğimiz üzere Peygamber Efendimiz Hira mağarasında ilk vahyi aldığında bu olaydan fevkalâde etkilenmiş, doğruca evine gelip hanımları Hatice Validemiz'e, "Beni örtün, beni örtün" buyurmuş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler, Hazreti Peygamber'in örtüsüne bürünmüş bir halde dururken yine Cebrâil Aleyhisselam gelmiş ve "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan yeni vahiyler getirmişti. İşte o ve daha sonraki vahiylerin geldiği mübârek ev'in tam üzerindeyiz.

Cihat Kardeşimiz bir mühendis tekniği ile evin sınırlarını bize gösterdikten sonra evin odalarını ve Hira'dan sonra ilk vahyin geldiği odayı parmak işaretiyle çizerek gösteriyor. Bir taraftan da anlatımlarıyla bizleri âdeta o dönemi yaşatıyor.

Sonra Ebû Süfyan'ın, Ebû Talib'in, Ebû Cehil'in evlerinin olduğu alanı gösteriyor. Ebû Talib'in evinde kaldığı dönemler çobanlık yaptığı hemen arka tarafta ki Handeme Tepesi'ni izliyoruz bir müddet. Ardından Mekke pazarının kurulduğu yeri ve Hazreti Hatice Validemizin ticari tezgâhlarının yerini görüyoruz.

Efendimiz'in her gün evinden çıktıktan sonra hangi yolu izleyerek Kâbe alanına giriş yaptığını, O'nun alana girdiği yere sonradan yapılan selâm kapısını ve Kâbe'nin Rükn-û Yemâni köşesinin tam karşısına oturduğu yeri görüyoruz. Ecdâdımız Kâbe'yi çevreleyen revakları Efendimiz'in oturduğu alan üzerinden geçirmiş, üstelik tam oturduğu yere denk gelecek şekilde bir sütun yaparak onu da işaretlemişti.

Efendimiz "Neden burada ve hep aynı yerde otururdu" sorusuna Cihat Kardeşimin cevâbı,"Çünkü burası Kureyş müşriklerinin her gün toplandığı alanın tam karşısına denk geliyor. Onları görmemek için Kâbe'yi araya alıyordu" olmuştu.

Allah-û Teâlâ'nın emri ile Kâbe'-i Muazzama'yı inşâ eden İbrâhim Aleyhisselâm'ın yine O'nun emri ile yüksekçe bir yere çıkarak insanları dâvet ettiği yer ise şu anda Kâbe'nin hemen yanıbaşında kral mâlikanesi olarak bilinen binaların yükseldiği istinad duvarının hemen üzerindeki yer olarak göstermişti. Dâvet için bastığı o noktada duvarın üstünde yan yana iki ağaç ile filizlerin büyüdüğüne hayretle şâhit oluyoruz.

Bir başka gün, Cebel-i Nûr Dağı'nın eteklerine hürmeten ayak bastıktan sonra Arafat'a çıkıyoruz. Cihat Kardeşimiz yine Efendimiz'in vedâ hutbesini irad buyurdukları yeri ve noktayı gösteriyor. Teberrüken o noktadan küçük bir taş alıyorum. Sonra Müzdelife ve Mina. Burada İsmail Aleyhisselâm'ın babası İbrâhim Aleyhisselâm tarafından kurban edilmek istediği yeri görüp ilerlerken birden arabasının gaz pedalına yükleniyor. Ve sormadan kendisi açıklama getiriyor. O hızla geçtiğimiz yer, Kâbe'yi yıkmaya gelen Ebrehe'nin ordusuna Allah-û Teâlâ'nın görevlendirdiği Ebâbil Kuşlarının gökten taşlarını attığı yermiş. Onun için buraya gelen herkes bu yolu oyalanmadan mümkün olduğunca hızlı geçermiş.

Bu detay bilgiyi aldıktan sonra şeytan taşlama mahallerini geçerek Cennet'ül Muallâ'yı selamlıyoruz. Burada medfûn olan başta Hazreti Hatice Annemiz olmak üzere, Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib'e, oğulları Kasım, Abdullah ve Sahabe-i Kirâmdan Abdullah b. Zübeyir radıyallahu anhum'a ile kabristanda yatan mü'min ve mü'minelere fâtihalarımızı gönderiyoruz.

Yine bir gece yatsı namazını Kâbe'de edâ ettikten sonra yeni bir umre için mik'at mahalli dışına çıkıp ihramlarımızı giyiyoruz. Dönüşte bilmediğimiz bir mahalleye girerek hiçbir aydınlanmanın olmadığı küçük bir sokağın ayırdığı iki ayrı bahçede ki kabirleri ziyâret ediyoruz.

Sol taraftaki bahçede medfûn bulunan iki kabirden birisinde Hazreti Ömer'in oğlu, aynı zamanda mü'minlerin annesi Hazreti Hafsa vâlidemizin öz kardeşi Abdullah bin Ömer radıyallahû anhüma yatmakta olduğu söylenince daha bir dikkat kesiliyoruz. Diğer bahçede ise Din-i Mübîn için şehid düşen zâtlar bulunmaktaydı. Onun için bu bölge Şühedâ mevkii diye anılmakta. Tam yeri Şerif Semtinde Şar El Şühedâ mevkiinde olup çok fazla bilinen bir yer değil.

Bu bölgeye uğramanızı ve 2.630 Hadis-i Şerif'le Ebû Hureyre'den sonra en fazla hadis nakleden Muhaddis Sahabî Abdullah bin Ömer bin Hattab'a fâtihalar okumanızı tavsiye ederim. İşte bir türlü doyamadığımız Mekke-i Mükerreme böyle bir şehir. Her köşesi kıymetli. Kim bilir bilmediğimiz daha neler var.

Meselâ; Tâbiî'nin büyüklerinden Hasan-ı Basri Hazretleri rahmetullahîaleyh, Kâbe yakınlarında 300 Peygamber'in medfûn olduğunu; bunlardan 70'inin kabirlerinin Rükn-ü Yemâni ile Hacer'ül Esved arasında, Hazreti İsmail ile annesi Hacer Vâlidemiz'in kabirlerinin hicr denen yerde (şimdiki altın oluğun altındaki yer), Nuh, Hud, Şuayip ve Salih Peygamberlerin kabirlerinin ise zemzem ile Makâm-ı İbrâhim arasında olduğunu bizlere bildirmiştir. Başka bir rivayette ise Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin çobanlık yaptığı Handeme Tepesinde 80 peygamberin medfûn bulunduğu şeklindedir. Bunlar kimlerdir Hangi milletlere gönderilmiştir Nasıl bir tebliğ metodu uygulamışlardır. Bütün bunları düşünerek, ertesi gün Medine-i Mükerreme ziyaretine hazırlık için huşû içerisinde otelimize dönüyoruz.

VE MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Dört gündür bulunduğumuz Mekke'yi Mükerreme'de ziyâretlerimizi tamamlayarak sabah namazından sonra Medine-i Münevvere'ye gitmek üzere tren istasyonuna geçiyoruz. Hızlı trenle yol 2 saat 10 dakika sürüyor. Yolun nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile.

Yolculuğun sonunda Medine-i Münevvere'ye geldiğimizde tatlı bir rehâvet sarıyor vücudumuzu. Efendimiz'i ziyaret için sabırsızlanıyoruz Ve beklenen o an. "Vefâtımdan sonra beni ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmiş gibidir" buyuran hayat Rehberimizin Mescidi'nin avlusundayız. Sûltân II. Mahmud Hân'ın, ahşap olan tavanı kaldırtarak tuğlalarla büyük hassasiyet göstererek ördürdüğü ve yeşile boyattığı Ravza-ı Mutahhara'nın kubbesi "Kubbe-i Hadra" karşımızda.

(Kısa bilgi: Bize yıllarca "Gâvûr Padişah" diye kabûl ettirilmeye çalışılan, aslında dinine oldukça bağlı olan Sûltân II. Mahmud Hân; Kubbenin yapımında çalışacak mimar, mühendis, kalfa, usta, amele herkesi uyarmış buna göre her dâim abdestli bulunacaklar ve Besmelesiz kubbeye bir tuğla dahi koymayacaklar, inşaatta kullanılan harç için de su yerine gülsuyu kullanacaklardı. Ayrıca Rasülüllah'ın Kabr-i Şerifleri üzerinde çalıştıkları süre içerisinde, kesinlikle dünya kelâmı konuşulmayacaktı.

Bu talimat üzerine inşaat ekibi aralarında bir çalışma dili geliştirerek; başmühendis "Ya Allah Bismillah" diye bağırdığında işbaşı yapılacak, ustalar tuğla lâzım olduğunda "Sübhanallah" diyecekler, harç lâzım olduğunda "Allahü Ekber" demeleri yeterli olacaktı. "Elhamdülillah" dediklerinde içme suları karşılanacaktı vs Yeşil Kubbe bu şekilde hiç dünya kelâmı konuşmadan inşâsı tamamlanmıştır. Yetmemiş, aynı zamanda iyi bir hattat olan II. Mahmud kendi eliyle yazdığı iki adet Kur'ân-ı Kerim'i de Ravza'ya hediye etmiştir. Sadece yaşanan şu olaylar dâhi, bizim millet olarak Rasülüllah'a olan hürmet ve muhabbetimizi en güzel şekilde anlatmaya yetmektedir.)