Donanmamızın yakıldığı Navarin baskını (20 Ekim 1827)

Londra'da biraraya gelen İngiltere, Fransa ve Rusya üçlüsü 6 Temmuz 1827 tarihinde kendi aralarında bir protokol imzalayarak Bâb-ı Âli'ye hem maddi, hem de mânevî baskı yapmaya karar verdiler. Gerekçeleri uzun yıllardır kışkırtarak Yunanlılara yaptırdıkları ihtilalin Osmanlı Ordusu ile birlikte Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından bastırılmış olmasıydı.

Bu ihtilâlin bastırılması Avrupa'da iyi karşılanmamış, ne pahasına olursa olsun Yunanistan'a bağımsızlık kazandırmak için bunun karşılığının verilmesinin gerekliliğine inanan bu üçlü çete fırsat kollamaya başlamışlardı.

Mora Yarımadası, ardından diğer bölgelerde çıkan ayaklanmayı bastırmak için 53 savaş gemisiyle gelen İbrâhim Paşa, Osmanlı Donanması ve askeriyle birlikte isyanı bastırdıktan sonra Kaptan-ı Deryâ Çengeloğlu Tahir Paşa ile anlaşarak birleşen iki donanmayı birlikte Navarin Limanına çekmişlerdi. Burası Mora Yarımadasının güneybatısında büyük kayalıklarla çevrili körfezi andıran, 2 mil uzunluğunda, 4 mil genişliğinde oldukça geniş doğal bir limandı.

Bunu fırsat bilen İngiltere, Fransa ve Rusya'nın çok büyük birleşik donanması Edward Codrington'un komutasında, takvimler 20 Ekim 1927'yi gösterdiğinde âniden Navarin körfezine girdi. Üstelik milletlerarası hukuka aykırı olarak savaş bayrağı da çekmemişlerdi. Bu yüzden Tahir Paşa endişe etmedi, fakat dikkatlice takibe aldı. Gemiler yaklaştıkça biraz endişe ettiyse de sadece mânevi baskı için geldiklerini düşündü.

Fakat düşündüğü gibi olmadı, üç ülkenin donanması bir anda bütün toplarını ateşlediler. Kısa sürede ortalık cehenneme döndü. Bizimkiler gâfil avlanmışlardı. Sayı olarak çok üstün olan düşman gemileri dozajı artırarak ateşe devam ettiler. Navarin Kalesinden ve gemilerimizden karşılık verildiyse de, dört saat sonra geldikleri gibi limandan çekip gittiklerinde 57 gemimiz batmış, sekiz bin civârında askerimiz şehid düşmüştü. Düşman donanmasının 200 asker kaybı yanında 500 de yaralıları vardı.

Olay kısa süre içerisinde bütün Avrupa'da duyulduğunda çok kötü yansımaları oldu. Hatta çoğu gazeteler bu âni ve kalleşçe baskını yüzkarası olarak duyurdular. Bu tepkiyi beklemeyen İngiltere, Fransa ve Rusya amirallerine asla böyle bir emir vermediklerini söyleyerek her zaman olduğu gibi ikiyüzlülük yaptılar.

Akabinde Bâb-ı Âli şiddetle olayı protesto etti. Medine-i Münevvere'den Kırım'a, oradan İstanbul'a göç etmiş Seyyid sülâlesinden olan dönemin Dışişleri Bakanı Pertev Efendi; İngiltere, Fransa ve Rusya Büyükelçilerini çağırarak bunun hesabını sordu ve büyükelçilerden, ülkelerinin derhâl özür dilemesini, bununla birlikte tazminat ödemelerini ve Yunan meseleleri ile ilgili olmadıklarını, kesinlikle ilgilenmediklerini söylemelerini, ayrıca bu konuyla ilgili teminat vermelerini istedi.

Bunun üzerine bu ülkeler kısa bir müddet sonra verdikleri cevapta; özür dilediklerini açıkça beyan ettiler. Ancak ne tazminat konusuna, ne de Yunan meselesinde teminat vermeye yanaşmadılar. Bunun üzerine Bâb-ı Âli, bu ülkelerin büyükelçilerini istenmeyen adam ilân ederek İstanbul'u terketmelerini istedi. Üç büyükelçi de tasını-tarağını toplayarak ülkeyi terketti.