Samiha Ayverdi ile Üsküdar'da acı bir kahve

Kar pamuk şeker kıvamında yağarken, aldım başımı Üsküdar'ın sokaklarına vurdum. Aziz Hüdai'nin önünden tebessümle geçtim. Şair Nedim'in beyit yazdığı çeşmeye selam verdim. Mihrimah ile Gülnuş Sultanların karşı karşıya oturup sürmeli gözleriyle işaret ettiği meydanı, kasabalı cumhuriyet apartmanlarını, metro girişinin yakışıksız siluetini görmezden geldim. Isınmak için küçük bir kafeye oturduğumda zarif bir hanımefendi yanımda bitiverdi! Sanki aklımdan geçenleri bilmiş gibi teklifsiz konuştu: "Bir vakitler ormanları, korular içindeki köşkleri, kasırları, sarayları ve tarihe mal olmuş sahilhaneleriyle meşhur olan Üsküdar semtinde, şimdi bir Fethi Paşa Yalısı'ndan başka maziye köprülük edecek bina kalmamış gibidir. Senelerin meşakkati ile beraber sanki sırtında taşıdığı korusunun ağırlığından beli bükülen bu geçmiş zaman kaşanesi, eşini dostunu kaybetmiş ihtiyarlar çaresizliğiyle inzivasının çorak tesellisi içinde tek ve tenha son nefesini bekler durur..." Onun bal kokulu Türkçesini dinlerken birer sade kahve söyledim. Kahve çifte kavrulmuş lokumlarla geldi. "Hani dillerde gezen Şemsi Paşa Yalısından bir iz Hani Damat İbrahim Paşa Sarayı'ndan bir hatıra Korkunç bir ihmal, idrake sığmayan bir merhametsizlik, sefih bir mirasyedi felsefesiyle har vurup harman savurulan bu hazinelerden bir örnek, bir nişane nerede Kocamış Üsküdar, artık bu kaşanelerin isminden de cisminden de hatıra ve hayalinden de mahrum. Muhakkak ki maziyi aynen yaşatmak, hatta muhafaza etmek, devirlerin taşıyamayacağı bir yüktür. Cemiyetler de tabiat gibi yenilenmeler, ölüp dirilmeler sayesinde ayakta durabilir. Bazen insanlarda ifrat derecesine varan geçmişe tapma eylemi bir fosilin cansız kupkuru heykelinden ibarettir. Fakat geçmiş zamana harp ilan etmek, onunla olan münasebet ve aşinalığımızı bir cehil ve gaflet süngüsüyle tepelemek de gene bizi kurutup tüketir. Çünkü bugünkü gün, dünkü günün yuvarlana yuvarlana şu zamana gelişidir. Biz geçmişimizin meyvesiyiz..." Ya dergahlar, tekkeler, o okullar, diye sordum. Derdi olanın kapısından rahatça girebildiği o insan-ı kâmil merkezleri Ya tekamülünü tamamlamış onca bilge, derviş Gülümsedi. Gülünce yüzünde leylaklar açıyordu. "Oldu olası derviş kişiye diş bileyen taassup ehlinin ona olan öfkeli hücumunu, bir fikir ayrımından ziyade, aşağılık duygusunda aramak belki daha doğru olur. Zira yaradanla yaratılanı her zaman birbirinden ayrı ve gayrı görmek yolunda nazariyeler kurmuş, kitaplar yazmış, dogmalar icat etmiş, ömürler harcamış, kızmış köpürmüş, küfretmiş olan