Portakalın dünya turu

Buz gibi soğuk kış günlerinde C-vitamini deposu narenciye çeşitleri tam bir kurtarıcı. Üstelik hepsi de taptaze mayhoş tatlarıyla damakları şenlendiren, insanı dirilten içine katıldığı her şeyi canlandıran birer cankurtaran!Türkiye tam bir narenciye cennetidir. Çeşitleri her geçen gün artıyor, daha önce adı sanı duyulmamış türler piyasaya çıkıyor. Oysa bir zamanlar sadece bizde değil, tüm Akdeniz Havzası'nda portakal bile yoktu! Öncesinde sadece turunç vardı. Turunç portakaldan çok daha önce 7'nci yüzyıldan itibaren Hindistan taraflarından İran üzerinden Akdeniz'e gelmişti. Osmanlı döneminde turunçgiller ailesinden turunç dışında sadece limon ve kebbat biliniyordu. Kebbat unuttuğumuz, bugün ağaç kavunu olarak bildiğimiz bir cins. Bu cinslerin hepsi gerek ekşisi için gerekse de reçel, şurup ve şerbet yapımında kullanılır, saraya kadar gelirmiş. 17'nci yüzyılda Antalya, Finike, Alanya ve civarlarını gezen Evliya Çelebi, özellikle Finike'de narenciye bahçelerini anlatmadan edememiş, "Evsaf-ı kala-i Finike, bu şehrin cânib-i selâsı limon ve turunc ve bâğ u bâğçedir" diye yazmıştır.İlk tanıdığımız narenciye türü meyvenin turunç olması nedeniyle biz tüm bu aileye turunçgiller, can alıcı rengine de turuncu demişiz. Burada bir karışıklık var. Turunç, Farsçada ağaç kavunu için kullanılmış, biz ise önceleri naranc kelimesini benimsemişiz. Narenciye ise Sanskritçe bakır renkli demek olan "naranga" sözcüğünden geliyor. İranlılar bu ismi pek sevmişler, kendi dillerinde ateş anlamına gelen "nâr" ile renk anlamındaki "rang" birleşmesinden türemiş "nârang" sözcüğünü, bu güneş gibi parlak meyveye uygun görmüşler. Bizdeki naranc ve devamında narenciye sözcükleri işte böyle bir İran etkisi taşıyor.Portakal PortekizlilerdenPortakalın bize gelmesi ise çok sonra Portekizlilerin elinden olmuş. Portekizli kâşif Vasco da Gama'nın Afrika'nın en güney ucundaki bir türlü aşılamayan Ümit Burnu'nu aşması ve Hint Okyanusu'na ulaşmasıyla Asya'nın güneyinden yeni bir ticaret yolu açılır. İşte bu yolla Portekizliler portakalı Çin'den alıp Akdeniz'e ve Avrupa'ya getirir. Bu yüzden Türkçe dâhil Akdeniz'de pek çok dilde Portekiz diyarına verilen Portugal, Portogallo, Portokale, Portokali gibi isimler yerleşmiş. Almanlar ise tamamen başka bir yorumla "Çin elması" anlamına gelen "Apfelsinen" demişler. Nitekim pek çok Kuzey Avrupa ülkesi halen portakal için Çin elması anlamına gelen sözcükler kullanır.var taboolaDivId "";var taboolaPlacement "";if (adServiceConfig.isMobile()) {taboolaDivId "mid-article-thumbnails_mobile1_milliyet-" 6694560;taboolaPlacement"Mid Article Thumbnails_mobile1_milliyet";}else {taboolaDivId "mid-article-thumbnails_desktop1_milliyet-" 6694560;taboolaPlacement "Mid Article Thumbnails_desktop1_milliyet";}window._taboola window._taboola || ;_taboola.push({ mode: 'thumbnails-mid-a', container: taboolaDivId, placement: taboolaPlacement, target_type: 'mix' });_taboola.push({ article: 'auto', url: 'https:www.milliyet.com.tryazarlaraylin-oney-tanportakalin-dunya-turu-6694560' });Bugün Türkiye'nin narenciye deposu olarak bilenen Antalya ve çevresinde, portakal ziraatı ise yaygın olarak ancak Cumhuriyet döneminde 1930'lu yıllarda başlamış. 1936 yılında Narenciye İstasyonu adıyla kurulan enstitü, her türlü narenciye türünün yaygınlaşmasında önemli rol oynamış; bir anlamda Akdeniz Bölge'mizin turuncu devrimini gerçekleştirmiş. Bugün Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü (BATEM) adını alan bu köklü kurum, Antalyalılar için hâlâ aileden sevilen bir teyze gibi "Narenciye" diye anılır.AltıntopGreyfurt her dilde sorunlu bir sözcük. İngilizce "grape"