İnsanların dünyaları dağıldı

Bugün, bir bölgenin pare pare, bedenlerin lime lime oluşunun; yani Kahramanmaraş merkezli büyük depremin yirmi beşinci günü!İnsanlarımızın duyarlılığı, işini gücünü terk edip yıldırım hızıyla deprem mahalline koşmaları her türlü takdire ve tebrike şayandır. O günü, o günlerde yazamadım. Gidip göremedim, -telefonla birkaç cılız taziye ya da geçmiş olsun görüşmesi hariç- ellerinden tutamadım. Bu üzüntüm bir yana... Şahsım itibariyle edindiğimiz bilgiler, muttali olduğumuz haberler birkaç ağız, birkaç adım öteden. Bu şartlarda, inanmaktan başka çare yok. Doğruları, doğru görmek gerekir. Hâllere, hadiselere bakış tarzı, sözü manasına, işi mecrasına oturtmak açısından oldukça önemli. Yanlış, yanlıştır; ama yanlış anlamak da anlatmak da, doğruya karşı gadirdir. Esas olan, hakikat! Yorumlarsa, arkadan gelir. Konumuzla ne kadar bağdaşır bilmem, ama şu kıssayı arz etmeden geçemedim: Nasrettin Hoca kendi merkepte, oğlu yayan pazara giderken yolda rastladığı kimseler: "Hoca, utanmıyor musun Kendin binmiş, ter ü taze çocuk yayan!" derler. Bunun üzerine Hoca iner, çocuğu merkebe bindirir. Karşılaştığı insanlar: "Delikanlı, ayıp değil mi Koskoca adam yürüyor, kendin merkebe biniyorsun" derler. Bu defa, merkebe, ikisi de biner. Görenler: "Allah'tan korkun! Bir merkebe iki kişi birden binilir mi" diye ayıplarlar. Bir meseleye bakarken, insaf nazarıyla bakmak, ona göre yorum yapmak gerekir. Künhüne vâkıf olmadan, zâhire göre verilen hükmün akıbeti, çoğu zaman fos çıkar. Toplum hayatında, bilhassa içinde bulunduğumuz ve yaşaya geldiğimiz elim