Gör ey gözüm, gör

Ruha ferah, cana safâ ilbahar ve ardından gelen şu yaz mevsimi, adım adım sardı dünya yüzünü.Tıpkı bizim de, ahiret yurduna adım adım yol aldığımız gibi. Halk edilen her şey özel, her şey güzel... Mesele, farkı fark etmek! Güz mevsimini kıyamete numune olarak gören insan, nebatatın ve birçok hayvanatın yeniden dünya yüzüne gönderildiği şu günleri, haşre misal bilmeli. Ama, bilmeli! Bunca masnuatın dünya yüzündeki değişimi, insan ruhunda bir değişim, bir farklılık sağlamıyor, bir ihtizâz uyandırmıyorsa vah o kişinin hâline. Dağlar, bağlar rengârenkle bezendi. Yaradan'ı, güzellere ne kadar çok özendi. Görmek, bakmaktan daha farklı bir durum! Göz görürken, gönül de massediyor güzelliğin resmini. Mis kokulu çiçekler, yeryüzünde baş gösteren böcekler; kurtlar, kuşlar mevcudatta her bir zerre, O'nu anmak, O'nu tesbih etmek için var olurlar bu mevsim. Kitapta, "Hiçbir şey yoktur ki O'nu övüp O'nu tesbih etmesin"1 buyrulduğu ve bize duyurulduğu gibi. İştiyakı celp edecek cennet misal güzellikler, resm-i geçit hâlinde. Tâ ki gözler görsün, gönüller de o manaya bürünsün diye. Cemil-i Bîmisal, "Buyurun!" diyor. Cennet-i âlâya, bizi davet ediyor. Ve "Görün" diyor yaratılanları, Yaradan'ın namına... Görmek ve gördüğünü hissederek okumak, Risale-i Nur'da, "Her bir masnu öyle bir