Abdüllatif Uyan

Türkiye

"Yâ Rabbî! Bu hâli benden al!.."

Cerrahzâde Muslihiddîn Efendi, Anadolu erenlerindendir. Çocukken, kendini ilme verir. Sonra bir ateş düşer içine. Tasavvufa yönelir. Gözünden perdeler kaldırılır. Kabir ehlinin hâline vâkıf olur. Yakınlarının hâlini merak eder. Kalbiyle teveccüh ettiğinde, kimini nîmetler içinde görür, kiminiyse azapta. Bâzısının kabri, onu öyle sıkmıştır ki, birbi

"Dur baba, ne yapıyorsun"

Aşçı Yahyâ Baba, Edirne'de, Bayezid-i Velî zamanında Tunca Nehri kıyısındaki bir külliyede aşçıbaşıdır. Ve kalp gözü açıktır. Bir gün sohbetinde; "Kendi karnınız doyarsa, başka açları düşünün ki, asıl hüner budur" der. Kendi de buna dikkat eder. Her gün yemeklerden artan pilâvı alıp, Tunca Nehri'ndeki balıklara serper. Ambar memuru, durumu anlar. A

"İyi Müslüman, önce dînini öğrenir..."

Allah dostlarından Abdülkerîm Efendi'yi çok seven bâzı gençler, huzûruna gelirler. Ve ona sorarlar ki: "İyi mümin nasıl olur efendim" Cevâbında; "İyi Müslüman, önce dînini öğrenir, öğrendiğiyle amel eder ve bunları başkalarına da öğretir ve kimseyi incitmez" buyurur. Dinleyenler; "Hiç namazdan ve oruçtan bahsetmediniz efendim" derler. Cevap olarak:

"Kendini ateşten koruyan akıllı insandır!"

Abdülkerîm Efendi, Sultan Fâtih devrinde Edirne'de yaşamış bir büyük velîdir. Sözleri tesirlidir. Vezirlerden biri, bir günaha müptelâ olur. Ve bir türlü kurtulamaz. Kurtulmak için çâre düşünür. Derken çalınır kapısı bir gün. Gelen, Abdülkerîm Efendi'dir. Çok sevinip; "Buyurun hoş geldiniz!" der. Bir müddet sohbet ederler. Sonra kalkar Mübârek. Ve

"Ölümü düşün! O zaman kızmazsın!.."

Konya'da yetişen velîlerin büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ortanca oğlu Sultan Veled'e bir gün; "Ey oğlum! Benim dünyaya gelmemin sebebi, senin dünyaya gelmen içindir... Kalbim, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatlarıyla ilgili bilgilerle doludur. Bu bilgilerin cümlesini, hepsini sana öğretmekle vazifeliyim" buyurdu. Bir gün geçti.

Rüyada cehennemi gördü!..

Hâlid bin Saîd radıyallahü anh, îmân etmemişti ki bir gece cehennemi gördü rüyada. Kendi de kıyısında duruyordu. Bu, kaynayan, homurdayan ve fokurdayan bir ateşti. Çok korktu ve titredi! Derken babası geldi. Ve arkadan onu ateşe itekledi. Hâlid tam ateşe düşüyordu ki, Efendimiz yetişip yukarı çekti onu. Böylece ateşten kurtuldu. Dehşet içinde uyanı

"Değneğin acısı hâlâ geçmedi mi.."

İslâm âlimlerinden İkrime hazretlerinin Hoca Paşa adlı bir talebesi vardı. Devamlı günah işliyordu. Kötülerle düşüp kalkıyordu. Bir gece rüyâsında, bu velî zât yanına geldi ve ayağının tabanına öyle bir değnek vurdu ki, acısı tepesine çıktı. Uyanınca hatâsını anladı. Hemen hocasına vardı. Büyük velî, onu görünce sordu: "Değneğin acısı geçmedi mi" "

"Şu sayfayı oku bakalım!.."

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerini seven Hâlid Turan Bey, genç iken ziyârete gitmişti bu zâtı. Bir miktar sohbet ettiler. Sonra büyük velî, Arapça bir kitaptan rastgele bir sayfa açıp; "Oku şu sayfayı!" dedi ona. O da çat pat okumaya çalıştı. Büyük velî, yanlışlarını düzeltip tekrar okuttu aynı yeri. Sonra bir daha, sonra bir daha. Tâ ki yanlışsız okuy

"Anam babam sana fedâ olsun!"

Peygamber Efendimiz, Vedâ Haccı'nda mübârek saçlarını tıraş ettiriyordu. Bütün Eshâb-ı kirâm oradaydı. Ve gâyeleri bir tekti. Peygamberimizin mübârek saçları yere düşmeden havada yakalıyor ve kapışıyorlardı. Sıra, mübârek alnındaki saçlarına gelmişti. O ara Hazret-i Hâlid geldi. Efendimizi orada gördü. Ve kendilerine yaklaşıp; "Anam, babam, canım s

"Hanım, bu bardaklar da ne.."

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin çok sevdiklerinden Şâkir Efendi şöyle anlatıyor: Efendi ile sabah namazını kıldık. Beni imâm yapmışlardı. Zevcem de çay yapmış bize. Ve bardakları hazırlamış. Namaz bitince sofaya geçtik. Tepside bir sürü bardak vardı. Koşup sordum hanıma: "Hanım, ne bu bardaklar" "Ne olmuş ki" "Biz iki kişiyiz, sen bir sürü bardak k