Bediüzzaman Rumeli seyahatinden İstanbul'a dönüyor

Bediüzzaman'ın Hayatı'ndan Tesbitler (172)Jandarma Subayı Nazmi Ören'in Aralık 1952 yılında Dünya Gazetesi'ndeki yazısı Bediüzzaman'ın hem Rumeli seyahati, hem de şahsı ile ilgili özellikleri göstermesi açısından değerlendirilebilir. Esasında Bediüzzaman'a muhabbet duymayan, hatta muhalif fikirler taşıyan Jandarma Subayı Nazmi Ören'in bu yazısından bölümler nakledelim. Nazmi Ören ne kadar muhalif fikirli olursa olsun, Bediüzzaman hakkında hoş olmayan ifadeler kullanmış da olsa, Bediüzzaman'ın kıymetli vasıflarını da itiraf etmekten kendisini alamamıştır. Rumeli gezisine katılan ve Erzurum heyeti içinde yer alan Nazmi Ören, Aralık 1952'de Dünya Gazetesi'nde yayımladığı anılarında Bediüzzaman'ın Kosova seyahati sırasındaki yazdıklarını takip edelim: "Size hatıralarımın başında Gümüşhane'den Meşhed-i mübarek adına bir parça gönderiyorum. Bu yazıda hâlâ sahnede dolaşan Bediüzzaman dedikleri Said'in eski bir parçasını bulacaksınız... O (Molla Said) Erzurum heyetine İstanbul'da katılmıştı... O, otuz beş yaşında görünür kırk beşlik bir adamdı. Başında beyaz uzun bir külahı vardı. Külâhın alt kısmına sardığı siyah ipek postunun kısa saçakları yüzüne sarkıyordu. Siirt veya Van el tezgâhlarında o havaliye mahsus bir nevi keçi kılından dokunan alacalı bulacalı kumaşlardan pike elbisesi vardı. Her parçasına iki bacak girebilecek genişlikte olan fakat kırmızı uçkurluğu açıkta bulunan bir şalvar giyinmiş kol ağızları yırtmaçlı, göğsü açık, kırmızı işleğinin üstüne yine kareli ve renkli şalvarının kumaşından kolsuz bir cepken geçirmişti. Ayaklarında çizmeler vardı. Şalvar paçalarının uçlarına çizmelerin içine sokulmuş artanı çizmelerin üstüne dökülmüştü. Bıyıkları kısa, gözleri parlak, boyu külahlı olduğu zaman çok uzun, külahsız bulunduğu zaman orta idi. Beyaz tenli, yakışıklı, heybetli bir gençti. Elinde altın savatlı, Çerkez yapması kamçısını hiç düşürmezdi. Daima Kürdçe konuşmak isterdi. Türkçe de konuşabilirdi... Türkçe okuyup yazdığını hiç görmedim. Geniş yapraklı Arapça risaleler okuduğunu gördüm. Gerçi İstanbul'da Kürd elbisesi vardı. Faka böyle gösterişlisi, böyle mübalağalısı yoktu... Muhatabının en küçük alakasını kaçırmaz, hemen pek az medrese gördüğünü adeta ümmî olduğu halde zamanın en büyük âlimleri ile akaidde, fıkıhta, hadisde, kelam ve mantıkta imtihana girebileceğini ve dünya yuvarlak olup mustakâr olan güneşin etrafında döndüğünü ve bu kâinât hadisesini ayetle, hadisle ispat eylemek gibi yepyeni ve adetâ Allah vergisi bir mevkide bulunduğunu uzun uzadıya anlatır, asıl tuhafı saf bir takım zavallıları aldatmaz, onların hayranlığını çekmeğe de muvaffak olurdu... Selânik'te kaldığımız müddetçe bir mektep dershânesinde hazırlanan karyolalarda yatıp kalkardık. Bir gün sabah vakti beni uyandırdı. Veda için geldim dedi."1 Netice olarak 'Zaman İçinde Bediüzzaman' kitabında bu mesele ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapılır: "Nazmi Ören'in yazdıklarının olayın hakkaniyetiyle uyumsuzluğu ortadadır. Bediüzzaman'ın gezi boyunca birileriyle tartışmış olması mümkündür. Ancak çizilen zavallı adam tipi yersiz ve kasıtlı görünmektedir. Heyetlerin oluşumu dikkate alındığında Erzurum heyetinin Kürtleri de temsil ettiği söylenebilir. Bediüzzaman'ın bu geziye katılımı, katıldığı bölge açısından temsil kabiliyetinin olduğunu göstermektedir. Ki Bediüzzaman uzun yaşamı boyunca böylesi bir temsil kabiliyetine sahip olduğunu göstermiştir."2 Bediüzzaman İstanbul'a dönüyor Bediüzzaman'ın Rumeli seyahatinden sonraki İstanbul hayatı on dört ay sürmüştür. Bu süre, Temmuz