Tahtie ve tahtiyecilik - Kapanması gereken kapılar - 17

Tahtie, bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek. Doğru bir tanedir, fazla olmaz" fikriyle muhataplarının fikirlerini hatâlı bulan kimselere Tahtieci denir.

Tahtieci, hatalı görmeyi meslek edinen kişidir. Kusur bulmaya çalışarak o kusuru karşıdakine yapıştırana kadar durmayan bir hastalıktır. Tahtieciliğin "Mezhebim haktır; hata ihtimali var. Başka mezhep hatadır; sevaba ihtimali var"1 diyenler olduğu, böyle birinin hiçbir şeyi kabul etmeyerek, kendisi şüphe içinde olduğu gibi, insanları da şüpheye düşürdüğü malumdur. Bediüzzaman da bu nedenle Tahtiecilik fikrini kabul etmez. "Tahtie ile hataya düşmeyiniz."2 İkazında bulunur. Bediüzzaman, Tahtieci fikrinin karşısında duran 'Musavvibe' fikrini destekler. Sünuhat'taki bir haşiyede "Dört mezhep de haktır. Füruatta hak taaddüd eder" diyenlere ilm-i usul ıstılahınca Musavvibe denir."3 Notu düşülür.

Bediüzzaman ve Musavvibe görüşü

Musavvibe görüşü, sadece kendi fikirlerini değil, diğer mezhepleri de hak gören bir anlayışa sahiptir. İslâm'ın 'teferruat' mevzularında hakikatin farklı hükümler alabileceğini düşünür. Bediüzzaman'ın "Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur" fikri Musavvibe'nin de fikridir. Öyleyse Musavvibe "haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır" yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek" prensibine muvafık fikirler taşır. Bediüzzaman da Musavvibe'nin fikirlerini isabetli bulur. Musavvibe, nasıl güneş şuâı içinde elvan-ı sebayı taşıyorsa, aynı şekilde bir olan hakikatin içinde de çok renkler barındırdığını, dolayısıyla hakikatin hakiki renginin tek bir mezhebe, kişiye, görüşe, mesleğe hasredilemeyeceğini düşünür.

Zaruriyat-ı diniye, mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilâfiyeye tâbi kılınmaz

Bediüzzaman'ın Sünuhat'ta belirttiği üzere, "Zaruriyat-ı diniyeyi, mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilâfiye ile mezc edip, ona tâbi gibi kılmak"4 'büyük bir hatar' içermektedir. Bütün mü'minler kelime-i tevhid başta olmak üzere imanın ve İslâm'ın temel esaslarında tam bir ittifak halinde oldukları halde; gerek fıkha, gerek tefsire, gerek kelama dair içtihadî meseleler, yani 'mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilâfiye' hak-bâtıl şekline sokulduğunda kendisi gibi düşünmeyenin imanına ilişen tekçi, inhisarcı yaklaşımlar zuhur etmektedir. Bu vaziyet öyle basit bir hata ve tehlike değildir. Bediüzzaman'ın da ifadesiyle bilakis, 'hatar-ı azîm'dir. İşte Tahtieci tam da bu hatar-ı azîmi işlemektedir.