Sedef Kabaş'tan mektup var

Hafta boyunca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü bahane edip bol bol eşitlik, laiklik, insan hakları, kadın hakları mücadelemizi sürdürüyoruz. Önceki gün Kartal'da, dün Çiğli'de birazdan İzmir'in farklı ilçelerinde kadınların eşitlik ve demokrasi mücadelesini tartışacağız... Bütün bu toplantılarda hep ama hep Sedef Kabaş'ın adı geçti. Ona, "Yalnız değilsin" diye seslendik. Yarın 11 Mart, haksız yere hapsedilen Sedef Kabaş yine duruşmada olacak. Bugün bu köşeyi, onun bana yazdığı mektuba bırakıyorum: "Çok Sevgili Zeynep Hanım,Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'ndeki hücremde okuduğum 'Sedef Kabaş'a mektup...' başlıklı köşe yazınız, ayazın içinizi titrettiği koyu bir kış akşamında şöminenin çıtır çıtır yandığı bir ortama girdiğinizde sizi kucaklayıp sarmalayan sıcaklık gibi ısıttı yüreğimi...Yazınız sonrası şöyle düşündüm: Ne mutlu bana ki şu hayatta sizin ve Nilgün Cerrahoğlu gibi basın dünyamızın divalarının desteğini hak edebilmişim; ne büyük kıvanç ki 'Hocaların hocası' Prof. Nermin Abadan Unat ve dünyaca tanınan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ gibi Cumhuriyetimizin kurucu nesillerinin takdirini kazanabilmişim...Sizin vesileniz ile bu süreçte beni yalnız bırakmayan, amasız fakatsız arkamda duran, meselenin elbette bir atasözü ya da iddia edildiği gibi bir 'hakaret' olmadığının gayet bilincinde olan, her türlü baskı, sindirme ve ötekileştirme politikasına rağmen güçlü bir dayanışma ve kararlı bir direniş ortaya koyan herkese hem şahsım hem ülkem adına ayrıca teşekkür ederim.Farkında mısınız, nicedir birileri hayatımızın mülki amiri gibi davranıyor.Ne yiyip ne içeceğimize,Ne giyinip nasıl hareket edeceğimize (kahkahalarımız dahil),Ne zaman sokağa çıkıp saat kaça kadar müzik dinleyeceğimize,Hangi yaşta evlenip kaç çocuk yapacağımıza,Okuyup okumayacağımıza; okursak neyin 'sakıncalı' neyin 'zorunlu' olduğuna,Çalışıp çalışmayacağımıza; çalışırsak kimden izin alacağımıza,Neye inanıp nerede ibadet edeceğimize,İnandığımızın 'kutsal' olup olmadığına (ve hatta din olup olmadığına),Oyumuzun 'sevap', oy verdiğimiz partinin meşru olup olmadığına,Hatta bizim millet mi, yoksa 'zillet' mi olup olmadığımıza,Neyi izleyip hangi kanaldan, hangi haberleri alacağımıza,Hangi yalanların 'gerçek', hangi gerçeklerin 'yalan' olduğuna,Ne düşünüp (atasözleri dahil) ne konuşacağımıza karar veriyorlar.'Ahlaksız','suçlu', 'hain', 'kâfir', 'ayan', 'terörist' olup olmadığımızın ilanına kadar geldi iş...Ve hâlâ 'aman ürkütmeyelim', 'aman fırsat vermeyelim' diyenler var. Oysa siyaset bilimi buna sinsi otoriterlik diyor. Yani bu tarz yönetim çaktırmadan adım adım hatta zaman içinde ivmesini artırarak koşar adım yaşamımızın her alanında tahakküm kurmayı kendine görev