İslâm'sız dünya düzeni hayali, hayaletler üretir sadece!

Küresel sistem, dünya üzerindeki hegemonyasını, İslâm dünyasına diz çöktürmesine borçlu.İslâm dünyasının hem zihnen hem de fiilen köleleştirilmesine ve tarihten çekilmiş olmasına.BATI'NIN DEĞİLLEMECİ AKLI VE ÖTEKİ İCADI İHTİYACIBatı uygarlığı, öteki üzerinden tanımlar kendini. Kötü üzerinden. En kötü üzerinden hem de.Neden pekiBir kendi olmadığı için. Kendi, özü, fıtrat'ı yani.Özü olmadığı fıtratını yitirdiği için de özgür değildir.O yüzden özgürlük arayışları, en temel oluş ve varoluş kaygısıdır Batılıların.Batı aklı, değillemeci'dir. Hem ötekini tanımadan reddeder. Tanımayaz ki. Kendi olmayan, yani özü olmayan, başkasını, başka kendi'leri, başka öz'leri nasıl tanısın ki!Hem de kendi'ni, değilleyerek, yani kendi'ni ne olduğuyla değil, ne olmadığıyla tarif ederek, dolayısıyla öteki icat ederek, önce ötekini yok sayarak, sonra da yok ederek kendisini var eder. Kendisini işte bu öteki üzerine ve öteki üzerinden inşa eder.Bir kendi olamadığı, bir özü olamadığı, özgürlüğüne kavuşamadığı için varolma, her şeye sahip olma, hâkim olma kaygısı güder Batılı insanı.O yüzden modern felsefenin kurucusu Descartes'ın yaptığı gibi her şeyi görünür'e indirger, basitleştirir, açık ve anlaşılır hâle getirir. Görünür kılmak, açık ve anlaşılır hâle getirmek, hatta tanımlamak, sahip olmanın, hâkim olmanın, kontrol ve kolonizasyonun şartıdır.Oysa böyle yapmakla bir şeyin görünmez yanlarını perdeliyor ya da yok sayıyorsunuz demektir. Tanımlayarak bir şeyi sınırlayıp bitiriyorsunuz demektir.BATI, "NESEB'E; İSLÂM, EDEB'E DAYANIRBatı uygarlığı, "neseb"e dayanır; ben'e yani. Nesep, kişinin kendisini, ben'ini merkeze yerleştirmesidir. O yüzden Batılılar, "benim derdim seninle!" der. Modern sömürgecilik ve emperyalizm tarihi buna tanıklık eder.İslâm medeniyeti, edeb'e dayanır; hakikat'e yani. Edeb, kişinin Yaratıcı karşısındaki konumunu bilmesidir. O yüzden Müslümanlar "benim derdim benimle!" der.Neseb'e, ben'e dayanan bir uygarlık türdeşler üretir. Neseb'i, ben'ini önceleyen, varlığın hiyerarşik yapısını yerle bir ederek kendini, benini tanrılaştırmaya yeltenen bir uygarlık herkesin barış içinde, kendi olarak yaşayabileceği bir dünya, bir düzen veya bir dünya düzeni kuramaz. Tek kaygı, ben ve ben'in hegemonya kaygısı olduğu için şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirir, o yüzden de herkesin nefes alabileceği bir düzen tesis edemez.Edeb'e dayalı bir medeniyet, varlığın ontolojik düzenine müdahale etmediği, hiyerarşik yapısını özenle koruduğu için, her varlığa ve her şeye hakkını verir, herkesin ve her şeyin hakkını, hukukunu gözetir.Edeb'e dayalı bir medeniyet, ben'ini merkeze almadığı için, bencilleşmez, insanlar, varlıklar ve dünya üzerinde hâkimiyet kurma kaygısı gütmez; hem hakikatin izini sürme kaygısıyla hareket eder, hakikati bütün görünür görünmez yönleriyle idrak etme cehdi gösterir; hem de bütün varlıklar ve insanlar arasında adaleti, hakkaniyeti, merhameti hâkim kılma kaygısıyla hareket eder; o yüzden sadece kendisi gibi inananlar arasında değil bütün insanlar, varlıklar arasında kardeşlikler yeşertir. İslâm tarihine yakından bakın, Müslümanların, tarihlerinin her döneminde sadece Müslümanların değil herkesin haysiyetini koruma mücadelesi verdiklerini görmekte zorlanmazsınız.O yüzden Kudüs, Müslümanların hâkimiyetleri altında olduğu zaman herkes için bir "cennet"e dönüşüyor; Müslümanların hâkimiyetinden çıktığı zaman ise herkes için cehennem oluyor. Tarih bunun tanığı!Kopenhag kriterleri, güçlünün hakkını korur; Kudüs kriterleri ise herkesin hakkını.BATILILAR DÜNYAYI "CEHENNEM"E ÇEVİRDİLER, MÜSLÜMANLAR "CENNET"EÖrneklerle ve mukayeseli açıklamalarla sürdürelim bu dünya düzeni arayışları yolculuğumuzu.Batılılar, Afrika'ya gittiler, sömürgeleştirdiler, kaynaklarını yağmaladılar, insanlarını köleleştirdiler.Müslümanlar da Afrika'ya gittiler. Batılılar gibi Afrika'yı sömürgeleştirmediler, kaynaklarını yağmalamadılar, insanlarını köleleştirmediler,