İstanbul'un umudu ve kâbusu

İstanbul, çok değil, bir asır öncesine kadar, dünyanın çekim merkeziydi, umuduydu: İnsanları çekiyordu dünyanın dört bir tarafındanFikirleri çekiyorduİnsanların kalbi İstanbul için atıyordu, İstanbulda atıyordu.İNSANLARIN, FİKİRLERİN VE KALPLERİN PAYİTAHTIİstanbul, payitaht'tı: Sadece Osmanlı'nın payitahtı değildi: İnsanların, fikirlerin, kalplerin payitahtıydı.Dünyada eşi benzeri olmayan bir şehirdi İstanbul.Geçen yüzyılda Paris de insanları, fikirleri cezbediyordu. Londra da. New York da.Işıltılı kentlerdi onlar.İstanbul, merhametin ve kardeşliğin şehriydi.Batı'nın kentleri ise kibrin ve husûmetin.Batının kentlerinde insanları çeken şey, maddeydi; maddenin ayartısı, maddî gücün ışıltılı, gelip geçici büyüsü.İstanbulun, kendine çeken şeyse, kalbi, ruhu ve tevazuuydu.BATILI KENTLER: CEHENNEMİN KENTLERİBatı'nın seküler kentlerinde insanlar gücün, güçlülerin ve nefslerinin kölesidir. Batının seküler kentlerinde insan insanın kurdudur. Engels'in Londra tasvirleri ya da Dickens'in Londra tabloları kâbus doludur. Fransız şairler için Paris o ışıltısına rağmen cehennemde bir mevsimdir.İstanbul, Müslim, gayrimüslim herkes için merhametin, asaletin, kardeşliğin yurduydu. İstanbul'da insanlar birbirlerinin umudu ve ufkuydu. Umut ve ufuk şehirdi İstanbul. O yüzden İstanbul cennetten bir parça gibiydi, cennetin yeryüzü bestesi, şarkısı.Batı uygarlığı, çatışmaya dayanır. Batı toplumlarının teolojik ve felsefî bakışları, sosyal yapıları ve dokuları, ilişki biçimleri bu çatışmadan nasibini alır fazlasıyla.Batı toplumundaki sınıf yapıları acımasızdır, geçişsizdir yüzyıl önce. Sanayi devrimleri, sosyal yapıları da, dokuları da yerle bir etmiştir. Sınıflar arasındaki uçurum tavan yapmıştır. Kırdan kentlere göç, katlanarak artmış, kentler hayaletlere dönüşmüş, insanlar üst üste, istif hâlinde yaşadıkları odalara, evlere hapsolmuş, karın tokluğuna çalışmak zorunda kalmıştır.Batılı kentler özellikle alt sınıflar için tam bir kâbusa dönüşmüştür. Irkçılık, ayrımcılık, dışlayıcılık, şehirlerin planlamasına yansımıştır açıkça.Batılı kentlerin üzerinde dolaşan karabulutlar, o yüzden, kaçınılmaz olarak arka sokaklarında sosyolojik ve kültürel yansımasını bulmuştur: Acımasızlık, hırsızlık, cinayetler ve korku kol gezer, hüküm sürer Batılı kentlerde.MEDENİYET KURUCU, KORUYUCU VE RUH SUNUCU KALBİ İNSANLIĞIN!Oysa İstanbul'da da, İstanbul'un şehirleri Belgrad'da da, Saraybosna'da da, Üsküpde, Halep'te de, Şam'da ve Bahçesaray'da da merhamet, adalet, kardeşlik hükümrandır.İstanbuldan bir manzara sunayım size Filibeli Ahmet Hilminin Babıâlî'deki yazıhanesindeyiz. Filibeli Ahmet Hilmi, çok yönlü bir yazar, yayıncı ve fikir adamıdır. Fikir dergisi çıkarır. Kapanır, ama o yılmaz, mizah dergisi çıkarır bu kez. Mizah dergisi kapanır, gençlik dergisi çıkararak konuşmasını sürdürür.Yazıhanesi, bir günde dünyanın dört bir tarafından gelen insanlarla dolar taşar: Şuradakiler, Semerkand'dan gelmiştir. Onların yanıbaşındakiker taa Kaşgar'dan. Karşılarındakiler, Başçesaray'dan yani Kırım'dan'dır. Onların sağındakiler, Paris'ten, solundakiler Londra'dan. En köşede oturanlar, Şam'ın çocuklarıdır. Onların yanlarındakiler, Tunus'lu iki şairdirFilibeli Ahmet Hilmi'nin yazıhanesi dünyadan insan kaynar da, Ahmet Mithat Efendi'nin yazıhanesi sinek mi avlar, sanki!Ahmet Mithat'ın yazıhanesinde Frengistan'dan gelenler daha çoktur. Zürih'ten, Berlin'den hatta Amsterdam'dan gelenlerle dolup taşar.Dün, çok değil bir asır öncesine kadar İstanbul, dünyanın çekim merkeziydi: İnsanların, fikirlerin, kalplerin buluştuğu, birbirlerini beslediği rengarenk ve renkahenk ışıltılı bir şehirdi. Güneş şehirdi: Herkesin