Fesad-ı lisan fesad-ı kalbin bir tezahürüdür
İnsandaki bazı haslet ve istidatlar, bir yönüyle nimet, diğer yönüyle afet olabilecek özelliktedir.
Bunlardan biri de Allah'ın kelâm sıfatının bir tecellisi olarak insana verilmiş bulunan, en çok kullandığımız lisan kabiliyetimizdir. Hem hayra, hem şerre kullanılabilen bir istidattır. Dilin hangi şekilde ve nasıl vazife göreceği, yani bir nimet mi, yoksa bir afet mi olacağı hususu, daha ziyade kalbin kıvamına bağlıdır.
Su-i zan, tecessüs, ayıp araştırma, hasetleşme, arkadan çekiştirme ve dargınlık gibi rezaletlerin tamamı, bir bakıma zehirli kalplerde ve özellikle de dilde toplanır. Bunlar, ferdi ve topluluğu, içinden yıkan ve musibetler getiren en korkunç afetler ve tehlikelerdir.
Sayısız kötü vasıflarla afet hâline dönen bir dil, artık öldürücü bir zehir gibidir ki, hem sahibini mahveder, hem de çevresini...
Dil terbiyesi, insan hayatında en mühim eğitimlerden biridir. Çünkü afet hâlinde zehir kusan bir dili, iyi yolda kullanmak bile isteseniz, o yine zarar vericidir. Fakat nimet hâlindeki bir dil ise, her zaman feyz- ü bereket kaynağı olacaktır.
"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et!"1
Bu itibarla temsiliyet gibi bir misyonu olanların, bilhassa Allah yolunda davet ve tebliğde bulunanların, dilin nasıl kullanılacağı hususunda çok daha dikkatli olması gerekir.
Demek ki, insanın olgunluğunun en bariz alâmeti, dilini kullanabilme sanatıdır. Zira dil, Rabbimiz tarafından hemen her insana ihsan edilmiş ve İlâhî bir hikmet tecellisi olarak imtihan vesilesi kılınmıştır.
Gelelim dilin en büyük afetlerinden biri olan gıybete.
"Gıybet nedir" sorusuna Bediüzzaman'ın verdiği cevaba bakarsak "Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır."2
İnsanın manevî şahsiyeti ile alay etmek ve küçük düşürmek olduğu için Allah insan şahsiyetini korumak ve hukukunu muhafaza etmek için gıybeti yasaklamıştır.
Gıybet edenler ve insanları namus ve haysiyetleri bakımından çekiştirenler, ölü bir mü'min kardeşinin etini yiyenler şeklinde tasvir ve temsil olunmaktadır.3 Bu Kur'ânî teşbihte pek ince ve derin nükteler vardır. Gerçekten gıybeti yapılan kişi, yanımızda olmadığı için, hakkında konuşulanları duyamamak ve kendisini müdafaa edememek bakımından bir ölüye, mü'min olmak itibariyle de bir kardeşe benzediği açıktır.
O kardeşimizin yokluğundan istifade ederek gıybet etmek suretiyle onun haysiyet ve şerefine tecavüzde bulunmak, çekiştire çekiştire, onun etini yemek şeklinde bir tasvirle âdeta canavarlığı andırır.
İnsanın şeref ve haysiyeti, âdeta vücudunu örten bir et gibidir. Onu ayıplarını ve kusurlarını dökmek suretiyle didiklemek, bir köpeğin herhangi bir leşi çekiştire çekiştire dişlemesinden daha caniyâne ve gaddarânedir.
Nitekim Fudayl bin Iyâd der ki: "Gıybetin girdiği yerden kardeşlik çıkar gider."
Olgunluğun en bâriz göstergesi, hakkında yapılan dedikodu ve iftiraya tahammüldür. Zira olgunlukta birinci basamak, dedikodu ve iftiraya karşı sükûnetle cevap vermekle iktifâdır.
Yılanların soğuk ve zehir saçan diliyle değil, rahmet lisanıyla yaklaşarak gönüller fethedilecektir.
"Gıybet, aklen, kalben ve insâniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur." "Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır."4
Hasılı, fesadı kalp olmazsa fesadı lisan da olmaz. Kalp bozuksa dilden hikmette sudur etmez. Nasıl su-i zan su-i ahlakın tezahürüdür. Gıybette fasid bir kalbin amelidir. Hele bu menfur fiili münafıkane, güya gıybet ettiğinin iyiliğini düşünüyormuş gibi lanse ederek yapmak ya da güya hizmet-i imaniyenin selameti için birileri hakkında bir şeyleri dile getirmek bir de bunu ders makamında yapmak tam bir afet tam bir canavarlıktır.