Hakikati söylemenin bedeli

Parrhesiastes, Antik Yunan'da "hakikati söyleyen kişiler" için kullanılmış bir kavram.

Sizden daha güçsüz insanlara hakikati söylemek kişiyi parrhesiastes yapmaz; asıl ölçüt güçlülere, tiranlara karşı söyleyebilmektir. Hakikati söylemek riskli ve tehlikeliyse, karşımızda bir "ya hayat ya da ölüm" tercihi var demektir. Sokrates Antik dönemin parrhesiastesi'dir. Nitekim hakikati söylerken risk almış ve bedelini de canıyla ödemiştir.

Bir tehlikeyi bilerek göze alan kişi dürüsttür. Dürüstlük ise belli bir ahlak yapısını işaret eder ki o ahlak yapısı hakikate ulaşabilme yolunda en temel dayanak noktasıdır.

Bizim literatürümüzde "sıdk" kavramıyla ifade edebileceğimiz bu erdem, söz ve eylem uyumunu veya akıl ile yaşam arasındaki ahengi ifade eder. Bir hakikati korkusuzca söylemek; akılla, erdemle, cesaretle ve hakikatin kendisiyle hemhal olmayı (gerçek bir imanı) gerektirir.

Bu nokta-i nazardan bakıldığında asrın parrhesiastesi de Bediüzzaman'dır. Gençlik günlerinden ömrünün nihayetine kadar bu hayat yolculuğu, hayatını bir büyük hakikat uğruna adamanın ve bu adanmışlığın hakkını verecek şekilde bir donanımla yaşamanın bir örneğidir. Kendisi, "

İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar" der. (İşârâtü'l-İ'câz Bakara Suresinin yedinci âyetinin tefsiri, s 76) Büyük bir yükü omuzlamanın insanın kıymetini de, gayretini de nasıl büyüttüğünü onun hayatında görürüz. "Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir." (Hutbe-i Şamiye, s. 64)

İslâm, Kur'ân, vatan ve millet uğrundaki mücahedesi; îmân hakikatlerini anlatmak için yazdığı Risale-i Nur eserleri ve bunların yayılması için verdiği mücadele, bu yolda muhatap olduğu sürgün, zulüm, işkence, hapis, tecrid-i mutlaklar, zehirlenmeler ve bunlar karşısındaki söz, tavır ve müdafaaları Bediüzzaman'ın, nasıl bir kişiliğe sahip olduğu hakkında bize bir fikir verir.

Bu çağ yalanla doğrunun, hakiki olan ile sahte olanın birbirine karıştığı, herkesin gerçeği ya da doğruyu kendine göre, doğruluğunu teyit etmeden, hatta buna gerek görmeden, hatta yanlışlığı ispat edilmiş olsa bile, "Bana göre..." diyerek indi görüşlerini bilgi ve hakikat düzeyine yükselterek kendini ve batıl inancını, tanımladığı ve savunduğu çağdır. Biz bunlara 'tuzu kurular' diyoruz.

Bunlar televizyon ekranında yahut gazete köşelerinde veyahut kitapların sayfalarında büyük hikmetli cümleleri kurar, fevkalâde duygusal ifadeler sarf eder, fakat bedel ödeme ve risk alma gibi çok kritik iki değeri yaşayamazlar.

En gereksiz meseleleri gören, bunun üzerine giden bu yapılar göz önündeki nice zulümlere, haksızlıklara, adaletsizliklere, yanlışlıklara karşı sesini hiç yükseltemezler. Muktedirler karşısında tam bir üç maymunu oynarlar.

Bu tuzu kuru insanları hiç bedel öderken veya risk alırken gördünüz mü

Güçlünün haklı olduğu, zayıfı ezdiği zeminlerde bu adamlar veya camialar nerelerdedir