İstanbul bahçeleri...

"Mevsiminde yenidünyalar, can erikleri, kayısılar, yeşil elmalar gönderilirdi komşulara derin kâseler içerisinde..." Şehrimizin bahçeli evleri vardı çocukluğumuzda. İrili ufaklı ama sulandığında toprak kokan Ortancalar, güller, filbahriler, pembe beyaz zakkumlar ve meyveli ağaçlarla süslü. Sarı renkli üstü fır fır dönen muslukları, mermer kurnaları aşınmış çeşmeleri olan bahçeler Şehrin içindeydiniz ama sabahları horoz sesleri duyardınız. Kuşlar eksik olmazdı sokakların eteklerinden. Çok yüksek duvarları bulunmazdı onların... Sahipleri kollarını koyup dışarıdan geçen tanıdıklarıyla konuşurlardı. Bahçeli evlerin sahiplerinde hep bir güzellik, hep bir anlayış olurdu. Fark ederdim gülümseyerek baktıklarını. Betondan binalara girenlerden çok daha rahat ve umutlu seslenirlerdi birbirlerine. Çoğunda dikenli tel filan yoktu, dikensiz ve camsız olanlarına kaçardı vurduğunuz toplar. Eğer istemeden de olsa bir fidan kırdınız mı "Gel buraya" derler ve gösterirlerdi yaramazlığınızı. "Bak nasıl günah... Gördün mü"... Ceza olarak küçük bir çapa verirlerdi elinize, "Çapala bakalım burayı" derlerdi... Çapalamak için çabalamak nedir öğrenirdiniz Topu bırakıp toprağa yenilirdiniz binbir özürle. Bitince limonata gelirdi, kalın dilim kesilmiş üzümlü bir kekle. "Dikkatli olun" tembihiyle, avurtlarınız dolu dolu fırlardınız yine sokağa Duvarları yosun tutardı kuzeye bakan bahçeciklerin. Taşlarının arasından küçük mineler, aslanağızları, yabani semizotları boy verirdi Küçük bölümlerinde domates, biber, salatalık, taze soğan, kıvırcık ve kokulu çilekleri yetiştirenler olurdu. Komşu teyzenin önünden geçerken tutuşturuverirdi