Mâceracı bir dünyâda Türkiye'nin serencâmına dâir

Kuzey Irak'tan gelen şehit haberleri, insan olan herkesin içini yaktı. Allah hepsine rahmet eylesin. Şehit yakınlarına Eyüp sabrı versin.. Hakikaten de çok zor bir durum. Elbette tetikçileri, kurşun sıkanları tanıyor ve lânetliyoruz. Ama esas mühim olan husus, bu tetikçileri besleyen, teçhiz eden kaynaklarla alâkalı. Bu açıdan bakıldığında ABD, AB ve İsrâil üçlüsü çıkıyor karşımıza. Hâdisenin rastgele yaşanmış olduğu kanaatinde olmadığımı hemen ifâde etmeliyim. Bu hâdise, doğrudan Türkiye'yi ikaz etmek ve gözdağı vermeyi hedefleyen bir harekettir. Türkiye'nin Gazze katliamını başından beri en sert şekilde kınayan konumu bunda birinci derecede rol oynuyor. Avrupa'da İsrâil'in karşısında duran İspanya ve İrlanda'nın başına gelenleri hatırlayalım. Bir günde İrlanda'yı nasıl da altüst edip, gözdağı verdiler. İspanya'yı bir giyim markası üzerinden nasıl da vurdular. Bunlar da tesâdüf değildi. İspanya'ya, İrlanda'ya bunu yapanlar, İsrâil'i Gazze'de soykırım yapmakla suçlayan, ABD'nin en yüksek seviyedeki askerî gücünü Doğu Akdeniz'e yığmasını tartışma konusu yapan Türkiye'yi de boş geçmeyeceklerdi. Geçenlerde, Sevan Nişanyan'ın, ABD'nin bir çılgınlar kulübü tarafından nasıl teslim alındığını süreçsel olarak hülâsa eden bilgi dolu ve çok çarpıcı bir konuşmasına rast geldim. Duvar yıkıldıktan sonra dünyânın kendilerine kaldığını ve onu kaprisli bir şekilde istedikleri gibi tasarruf edebileceklerine inanan, kendilerine Neocon diyen azgın bir kadronun dünyâya ödettiği bedelleri anlatan bu konuşma bir muhteva analizi de yapıyordu.. Rusya ve İslâm dünyâsına kategorik olarak düşmanlık beslemek, İsrâil'e ise hudutsuz destek vermek Neocon olmanın alâmet-i fârikası; hattâ amentüsüydü. Mâlî görüşlerini Chicago Boys'dan, Monetaristlerden, felsefî-entelektüel arkaplânını Viyana Çevresi'nden, Commentary gibi dergilerden devşiren bu zümre bidâyette de hayli hastalıklıydı. Ama zamân içinde kendi yozlaşmasını yaşadı. Bir defâ kutsadıkları ekonomik ve mâlî programlar çöktü. Sözüm ona savundukları liberal değerler de inandırıcılığını kaybetti. Yozlaşmaları ve azgınlaşmaları bunun fonksiyonu olarak tecessüm etti. Evvelâ Cumhûriyetçiler arasında teşkilâtlandılar. Baba-Oğul Bush'lar bunun liderliğini yaptılar. Ama Trump gibi bir Paleocon Cumhûriyetçi Parti'ye hâkim olunca blok hâlinde Demokrat Parti'ye geçtiler. (Oğul Bush'un Cumhûriyetçi kalmakla berâber Biden'a verdiği desteği hatırlayalım).ABD'deki bu yeni elit kendisine küresel destek de buldu. Başta "Yeniden Büyük Britanya" sevdasına düşen İngiliz elitler olmak üzere, Macron'dan Schultz'a günümüz Avrupa siyâsetçileri de bu kervandaki yerlerini aldılar. Bu uçuk oluşum, Soğuk Savaş esnâsında Kissinger, Brzezinsky gibi reelpolitik ustalarının dengeye dayanarak kurdukları sistemi de tanımadı; yıkmaktan imtinâ etmedi. Uçuk diyorum; çünkü yaptıklarının bir hesâba dayanmadığı da anlaşılıyor. Ne 11 Eylül'ün, ne Afganistan ve Irak işgâlinin derin bir aklı vardı. Buna Rusya-Ukrayna savaşını da dâhil etmek pekâlâ mümkündür. Bunu bâzıları gerçekçi siyâset (reelpolitik), hattâ zora dayalı siyâset (machtpolitik) gibi kavramlarla açıklıyor. (Ben de bir zaman bu kavramlara müracaat ettiğimi kabûl ediyorum). Ama zincirin son halkası Gazze buna soğuk bir duş yaptırıyor. Bu olsa olsa mâceracı siyâset (avantürpolitik) demek daha doğru olur. Mâcera siyâseti; yani önü arkası fazlaca hesaplanmadan yapılan siyâsetin temel sebebi, üretim kaybıyla şişen ve çürüyen Dolar hâkimiyetini ayakta tutabilmek Çin, Rusya, Brezilya, Güney Afrika; hattâ Körfez Arapları bu rejimi ortadan kaldırmaya dünden râzı. Bu yolda atılmış adımlar da yok değil. Ama bilhassâ Çin'de gördüğümüz üzere, karşılıklı bağımlılıklar, ödemeler baskısı sâhada rahat adım atmanın önündeki en büyük mâniayı şekillendiriyor. ABD'nin çılgınlıklarına da geçit veren bu karşılıklı bağımlılıkların baskısı. Rusya-Avrupa ilişkisinin kesilmesi, Rusya'nın yalnızlaştırılması, İran'ın tecrit edilmesi, Arap Baharı üzerinden Ortadoğu'nun darmadağın edilmesi ardı ardına