Hâricîler ve dâhilîler

Gâliba temel soru şu: Vakt-i zamânında Thomas Hobbes'un dediği gibi insan insanın kurdu mu; değilse, bizim, artık sayıları çok azalmış olan hakimlerimizin arasında sıkça dile getirildiği üzere uzvu mudur Bu soru, sanki, herkesin birbirinin cemâziyelevvelini bildiği, âşinâ olduğu kapalı topluluklarda sorulmaz. Sorunun, daha çok ne idüğü belirsiz olan hâricîler için sorulması beklenir. Bunun sosyal düşünce müktesebâtındaki karşılığı "yabancı"dır. İlişkilerimizi ve muamelelerimizi, en azından bir istikâmet kazandırması itibarıyla bu kavrayışlardan hangisini benimsediğimiz tâyin edecektir. Eğer insan insanın kurdudur diyorsak, rastladığımız her yabancı bizim için potansiyel bir tehlike olarak görülecektir. Eğer ikinci kavrayışı esas alırsak, hâricîler hüsn-ü kabûl görecek, potansiyel bir dost muamelesine muhatap olacaklardır. Elbette hikâyenin düz bir açılımı yok. Yukarıda işâret edilenler sâdece bir tesbittir. Her tespit gibi sapmaları olacaktır. Bir defâ, dâhilî-hâricî ayırımının o kadar da kesin, siyah-beyaz kabilinden olmadığını dikkate almak gerekir. Dâhilî olanlar arasında da hârîcîlik hayli yaygın bir durumdur. Hattâ, şahsî kanaâtim, baskın olan durumun biraz da bu olduğu yolundadır. Topluluk için bir barışı devâm ettirmek, zamana mukâvim, müzmin bir düşman bulmakla alâkalıdır. Ortak bir hâricî tehlikenin varlığı, topluluk içi muhtemel kardeş kavgalarının tehir edilmesine ve sıkı bir dayanışmanın tesisine yol açar. Düşmansız kalmak, topluluk bağlarının devâm ettirilmesi adına tehlike çanlarını çaldıran bir durumdur. Bunun muhtemel neticelerinden birisi de, topluluk içi çatışmaların su yüzüne çıkması, hayli kanlı olabilecek bir hesaplaşma ve kopuşlardır. Bu defâ, topluluk mensupları birbirlerini hâricî olarak görmeye başlayacaklardır. Kültürel târihlerin bir nev'i amipleşmeyle seyrettiği kolayca reddedilebilecek bir olgu değildir. Tuhaftır; kültür târihleri kendi içinde sürekli bölünen hücreler misâli bir manzara çıkarıyor. Ortak bir düşmanın varlığı bu bölünmeleri en fazla erteliyor. Katlin târihini merkezde belirleyen, Kâbil-Hâbil üzerinden kardeş katlidir (fraternicide) dersek, çok aşırı bir şey söylemiş olmayız. Meseleyi dallandıran, budaklandıran, belki de katmerleyen ise hâricî-dâhilî kavgasıyla, dâhilî-dâhilî-hâricî kavgalarının eş anlı yaşanmasıdır. Bilhassa demografik yığılmaların yaşandığı, yâni hâricîlerin ertelemez ve ötelenemez olduğu modern dünyâ tam da bunu açığa çıkarır. Modernlik, kaotik neticeleri olan bu harâretli alanları kontrol edebilmek için, insan ilişkilerini nesnel düzlemlere taşıyarak soğuttu. Meselâ modern işbölümü bu soğutmanın adıdır. Maddî şartlar da buna son decede elverişliydi. Kapitalizm işleri kamusal ölçeklere taşıyordu. Evvelâ kamusal-özel hayat ayırımı yapıldı. Özel, yâni, harâreti arttıran her türlü duygusal-kültürel bağlılıklar, özel alanlara, evlere hapsedildi. Kamusal alanlarda ise işi görenlerle iş arasındaki ilişki işin târifi ve kotarılma normlarına dayandırıldı. Yâni işler, işi görenlerin duygusal yatırımlarına kapatıldı. Modern bir Fordist sanayi yapılanmasında, akan bantlar yüzlerce çalışanı yan yana getiriyor, ama herkes işe o kadar odaklandığı için yanındakilerle en küçük bir temasta bulunmuyordu. Çalıştığı iş yerinde, iş arkadaşlarının pek çoğunun ismini bile bilmeden emekli olmak mümkündü. Elbette herşey iş hayâtının mesâisiyle sınırlı değildi. En basitinden, işe gelirken kullanılan vasıtalar, yemek yenilen lokantalar, apartman hayatları hâlâ sıcaklığını koruyordu. İş hayâtının dışında kalan bu sâhalarda da bir soğutma şarttı. Sıkı bir eğitim ve disiplin sürecinden geçirilen kitleler,