İsrail, İngiltere'nin bir müstemleke projesiydi

Filistin meselesiyle ilgili eylemlere katıldığımız günlerin üzerinden neredeyse otuz beş yıl geçmiş. Aslında bu, bizim gibi ellili yaşlarını tamamlamak üzere olanlar için oldukça uzun sayılabilecek bir zamandır. Fakat bakışımızı Filistin davasının ortaya çıktığı dönemlere çevirdiğimizde zamanın çok daha uzun olduğu görülür. 1917'de meşum deklarasyonun yayımlanmasıyla birlikte İsrail'in temelleri atılmıştı. İngiltere ve Fransa, Suriye vilayetini paylaşmış, Osmanlı topraklarını yeniden biçimlendirerek yeni müstemleke yönetimleri oluşturmuşlardı. Osmanlı topraklarını istimlak ettiklerinde "manda" kavramı ön plana çıktı. Zaman kolonyalist Avrupa devletlerini de değişime zorlamaktaydı. Onlar da döneme uygun tanımlamalar yapmak zorunda kaldılar. "Yönetmeyi bilmiyorlar, yönetilmeleri gerekir" ifadesi sıradan bir değişime işaret etmez. Bu değişime rağmen Filistin topraklarını kolonize etmeyi başardılar. "Filistinliler topraklarını sattı da bu hâle düştü, oh olsun!" diyenlerin anlamak istemedikleri de budur. Filistin kavram olarak vardı fakat eski Suriye vilayetinin bu bölgesi artık İngiltere yönetimindeydi. Yeni bir müstemleke kurulmuştu. Ayasofya'ya doğru giderken ister istemez geride kalan zamanı düşündüm. 1980'lerin ikinci yarısında İzmit'teki Filistin mitinginde de değerli dostum Fikri ile birlikteydik. O zaman da uzun bir yürüyüş kolu oluşturulmuştu. Fakat bu sefer yürüyüş koluna dâhil olmayıp doğrudan miting alanına yöneldik. Ayasofya Camii'nin "sayesi"sinde ilk defa böyle bir nümayişe katılmaktan dolayı farklı duygulara kapılmamak mümkün değil. Eve döndükten sonra siyaset, bürokrasi ve iş dünyasından da ciddî bir katılım olduğunu öğrendim. Alanda İslam coğrafyasının hemen hemen her bölgesinden insanlar vardı. Saye onları da kuşatmıştı. Batı dünyasının umumî olarak her şartta İsrail'e desteği din ve medeniyet bağlamında izah ediliyor fakat bu doğru değildir. İsrail, Avrupa devletlerinin ve özelde de İngiltere'nin İslam coğrafyasına yönelik yeni bir kolonyal projesiydi. Bu proje kısmî olarak başarıya ulaşmıştır fakat Filistin davası da yerde kalmamıştır. Geride kalan yüz yıllık zamanı göz önünde bulundurduğumuzda iki büyük savaştan birinde büyük kayıp yaşamamıza rağmen İslam dünyasının fikrî açıdan teslim olmadığını görmek zorundayız. Eğer fikrî teslimiyet yaşansaydı özellikle 1991'in başından itibaren ABD öncülüğündeki yeni istilanın İslam coğrafyasında büyük bir çözülmeye yol açması gerekirdi. Milyonlarca insan öldü, yerlerinden sürüldü, mülksüzleşti fakat o büyük coğrafî çözülme meydana gelmedi. Eğer emperyalistler gibi coğrafya genelini göz önünde bulundurursak üçüncü büyük gücün de Afganistan'da mağlup olması sıradan bir olay değildir. İslam coğrafyasının genelinde hedeflerine ulaşamadılar. Bu durum İsrail projesi için de geçerlidir. Dünyanın farklı bölgelerinden Yahudi topluluklarının ezici bir çoğunluğunun İsrail projesine destek verdiği bilinmektedir. Fakat bu durum İsrail'i dinî bir proje olarak