Haydi Filistin!

Filistin Davası'nın Ekim ayının başlarında ortaya çıkmadığını bu ülkede yaşayan çoğu kimse bilir. Üstelik bu dava sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Hatta İslam coğrafyası bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda Müslümanların bir araya gelmesine vesile olan en önemli ortak mesele Filistin Davası'dır. Belki de bu yönden Filistin Davası, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra üzerinde en çok konuşulan ortak meseledir. Sorunun kaynağında İsrail'in zulmü var. Gözlerden uzak tutulsa da Müslüman ülkeler arasındaki ayrışma ya da birleşmede çoğu defa İsrail en önemli faktördü. Bu, kendi içindeki ayrışma ve birleşmeler için de geçerliydi. Koskoca İslam coğrafyası şu kadar nüfusu ile küçücük İsrail karşısında birleşemedi gibi ifadelerin dolaşımda kalması da ayrışma göstergesiydi. Buna mukabil söz konusu yargının mahiyeti üzerinde etraflıca tartışıldığını söylememiz de mümkün değildir. İsrail gibi küçük bir ülke karşısında koca bir İslam dünyasının birleşemediğini eleştirel bir yargı olarak dile getirenlerin görmezden geldiği ya da yok saydığı ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin belirleyici konumuydu. İkinci Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon çağı olarak görülseydi Filistin Davası'nı biraz daha yerli yerine oturtmak mümkün olurdu. Fakat özellikle Türkiye'de "dış güçler söylemini terk etmeli, kabahati kendimizde aramalıyız" yollu sağ muhafazakâr söylem ile nesnel verilerin üzerine şal çekildi. Geriye Avrupa ve ABD yanlısı "romantik" tutumların hegemonyası kaldı. Böylelikle gerçeklikten uzaklaşıldı ve Müslüman ülkelerin birleşememe sebepleri gibi ikinci dereceden önemli sorunlar üzerine gidildi. Hâlbuki Amin Malouf'un "Ölümcül Kimlikler"de ifade ettiği gibi İslam coğrafyasını anlamak için müstemleke meselesine yoğunlaşmak gerekiyordu. Kabahati kendimizde aramalıyız gibi iğfal edici söylemler, hem gerçeklikten kopuşa neden oldu hem de "ölümcül kimlikler" gibi bir gerçekliği önümüze fırlattı. Sağ muhafazakâr söylemler üzerine gidildiğinde içerideki ayrışmanın unsurlarını yakalamak ve muğlak bırakılan alanları keşfetmek mümkün olacak. Bu, bize, ideolojik ayrışmaların temel gerekçelerini de gösterecek. Böylelikle birtakım çevrelerin niçin "Hamas da kötü be birader" yaklaşımına sarıldığını anlamak mümkün olacak. Muğlaklık biraz olsun giderildiğinde Hamas'a karşı niçin hemen olumsuz bir yaklaşım sergilendiği anlaşılacak ve ideolojik ayrışma üzerine gidilecektir. Aslında ideolojik ayrışma kavramını zorunlu olarak kullanıyorum zira asıl belirleyici olan ilişki ağlarıdır. Hatta ayrışmanın temelinde bu ilişki ağları içerisinde şekillenen statüler vardır. Bu sebeple iğfal edici söylemleri tespit etmek ve üzerine gitmek en azından kişisel aydınlanma açısından önemlidir. Eğer İsrail gibi küçük bir devlet karşısında koca bir İslam coğrafyası birleşemedi yargısı doğru olsaydı ABD ve Avrupa devletlerinin İsrail'i korumak için bir araya gelmiş olmasını izah etmekte zorlanırdık. İsrail'in İsrail'den ibaret olmadığını bildikleri hâlde İslam coğrafyasının tarihten gelen sorunları gibi muğlak bir