Filistin davasına omuz vermeye devam

Filistin davası Türkiye'de hükûmetler üstü karşılık bulmuştur. Bakû fatihi Nuri Paşa'nın Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki faaliyetleri eskisi gibi karanlıkta değil. Belki daha gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen hakikatleri tam olarak bilemiyoruz fakat Sütlüce'deki fabrikada üretilen silahlardan bir kısmının Filistin'e gönderildiği bilinmektedir. Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa'nın desteği elbette Filistin'le sınırlı değildi. Paşa'nın silah fabrikasıyla Kuzey Afrika ülkelerinin direniş grupları arasında da temas vardı. 1949'da meydana gelen büyük patlama neticesinde Sütlüce'deki fabrika kullanılmaz hâle gelmiş, Nuri Paşa da şehit düşmüştü. Patlamanın üzerindeki esrar perdesi hâlâ kaldırılamadı fakat bu olay siyasî tarihimizde derin izler bıraktı. Keşke sadece bu patlamayı işleyen bir film yapılsaydı. Filmi kurgulayanların bu derin izlere odaklanması çok daha isabetli olurdu. Bahsettiğimiz filmde Nuri Paşa'nın fabrikasında meydana gelen patlamanın esrarından ziyade silah fabrikasının ortadan kaldırılmasının sonuçlarının çok daha ilgi çekici olacağını zannediyorum. 28 Şubat süreciyle ilgili çekilecek bir filme de benzer gerekçelerle ihtiyaç olduğu çok açıktır. ABD ordusunun Irak'a yerleşmesiyle birlikte Türkiye'nin güney sınırlarının hemen dibinde bugün artık terör devleti olarak tanımladığımız yeni bir kolonyal yapının temelleri atılmıştı. 90'ların Türkiye'sini ABD, İngiltere ve İsrail'in bölge politikaları çerçevesinde ele almak ufuk açıcı olacaktır. Daha doksanların başında FETÖ okullarının ABD ve İngiltere'nin etkisine giren bölgelerde açıldığı ve bu okulların zaman içinde yaygınlaştığı biliniyor. Aynı dönemde FETÖ üyeleri İsrail'le ilişkileri geliştirmiş, Tel Aviv'de okul açmakla övünecek bir güce ulaşmıştı. 28 Şubat'ın mağduru değillerdi, bilakis bu sürecin gelişimlerine imkân verdiği bir canavardılar. Bu filmde İsrail'in nüfuz alanlarını göstermek son derece önemlidir. Dolayısıyla "Komplo Teorisi" gibi bir film ile 28 Şubat döneminin farklı bir şekilde anlatılması hakikaten ufuk açıcı olacaktır. ABD, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerin bölgedeki varlıklarına göre yeni bir anlayış geliştiren kişi ve çevrelerin kimlik siyaseti de dâhil olmak üzere politik angajmanlarını ekrana taşımak herhalde laik anti-laik karşıtlığı üzerine kurgulanmış körleştirici dizilere göre çok daha sahici bir sanat etkinliği olacaktır. Sağ muhafazakârlarla hayat tarzını ideolojik kimliğinin merkezine yerleştirmiş seküler çevrelerin karşıtlığından bir gelecek tasavvuru çıkaracağını umut edenler fazlasıyla yanılıyor. Bu yöndeki bir karşıtlık Türkiye'yi fasit bir dairenin içine hapsetmekten başka bir işe yaramaz. Ne yazık ki bu fasit daire her zaman karşımıza çıkıyor ve Karar gazetesi gibi sağ muhafazakâr liberal çevrelerin sözcülüğüne soyunan bir mahfilden, anti-İsrail gibi post-truth pozisyon üretilebiliyor. Bugün adından sıkça söz ettiğimiz muhafazakâr öfkenin