Yağmacı sadece yıkar. Yapamaz!

Mümtazer Türköne 31 Mayıs 2025'te medyascope sitesinde ilginç bir yazı yayınladı.

Türköne önce çeşitli somut örneklerle -tarihteki bütün göçebe toplumlar gibi- bizim de bir zamanlar yağmacı bir toplum olduğumuzu hatırlatıyor.

Ama yayıldığımız topraklarda uzun süre hüküm sürebilmiş olmamızı, yağmacılık enerjisini dizginleyen ve düzenleyen âdil bir aklı devreye sokabilmemize bağlıyor.

Kural, töreyasa, hukukun üstünlüğü fikrini hâkim kılmayı başarmak, yani teşkilatlanma ve adaletli bir düzen kurma yeteneğinin yağmacılık arzusu karşısında galip gelmesi bir "tekâmül" ve "temeddün" hikayesi aslında.

Fethettiği toprakları sadece acımasızca yağmalanacaksömürülecek yerler olarak gören, "ötekilere" iyi davranmayan, onların hakkını-hukukunu gözetmeyen, hürriyet ve emniyetlerini sağlamayan bir kafanın uzun süre egemen olması mümkün değil.

Yazı, buradan sonra daha da ilginçleşiyor!

Türköne bu yağma adetinin, modern zamanlarda kaybolmadığını ama devlet üzerinden kamu imkanlarının ve kaynaklarının kazananlar arasında paylaştırılmasına dönüştüğünü ileri sürüyor.

Bugün ülkemizde siyasî faaliyetin bir tür "yağma işi" olarak algılanıp icra edildiğine dikkat çekiyor.

İlgili paragrafı olduğu gibi iktibas edeyim:

"Kamu görevleri, kamu kaynakları galibin, yani sandıkta kazananın kılıç hakkı. Devlet eliyle dağıtılan zenginliklerin tamamı; lisanslar, ihaleler, vergi muafiyetleri, ruhsatlar, makamlar-mevkiler, mülakatla işe girmeler galip gelenlerin sağa sola dağıttıkları "ülüş"e dönüşüyor. Siyasî partiler bu yağma düzenini işleten organizasyonlar olarak görülüyor. Kazanan her şeyi kazanıyor; iktidar sahibi olmak bu kazancı paylaştırma gücü olarak görülüyor. En tepeden en aşağıya kadar silsile-i meratip ile bir "ülüştürme" yapılıyor, sonra bu "ülüş düzeni" kalıcı hale geliyor. Dönen çarkların durmaması için nemalananlar iktidara kanlarının son damlasına kadar sahip çıkıyor. Fırsatlar doğdukça eller-kollar iktidar üzerinden toplumun içine uzanıyor. Siyasetin himayesinde mala mülke çökülüyor, büyük servetler el değiştiriyor. Tam karşıda adalet bekleyen, hukuk garantisi içinde yaşama hayalleri kuran geniş toplum kesimleri bu yağma düzenini çaresiz bir şekilde izliyor."

Bu satırları okurken "acaba tam karşıdaki geniş toplum kesimleri gerçekten adalet ve hukuk garantisi mi bekliyor, yoksa yağma sırasının kendilerine geleceği günü mü" diye düşünmekten kendimi alamadım.

Ama asıl mesele başka.

Ben insanların, erkeklerin ve kadınların, ailelerin, kabilelerin, ırkların, milletlerin değişmeyen bir özü olduğu fikrini yanlış bulduğumu daha önce yazmış olduğum "Öz değil dostlar, öz değil bu biçim" başlıklı yazımda anlatmıştım.

Bu saydıklarımın hiçbirinin "özünde" mündemiç, asla değişmez iyilikler ve kötülükler olduğuna inanmıyorum.

Yani "Türkler, Kürtler, Araplar vs. özlerinde bedevi yağmacılardır ve önünde sonunda asıllarına rücu ederler" türünden fikirlere asla itibar etmiyorum.

Öte yandan,