Medeniyetin omurgası, güven hissinin evrimi

İnsanlar ancak bir araya gelip organize olabildiklerinde büyük işler başarıyorlar.

Medeniyet tarihi, insanların bir araya gelerek bir şeyler üretebilmesinin tarihi.

Birlikte iş çıkarabilmek için ise "güven" hissine ihtiyaç var.

İnsan toplulukları tarih boyunca o güveni farklı sosyal katmanlarda buldular.

İlk başta en yakınlarına, ailelerinden, sülalelerinden, kabilelerinden, boylarından, ırklarından olanlara, yani aynı kan bağını paylaştıkları kimselere güvendiler.

Sonra köylerinden, mahallelerinden, kasabalarından, memleketlerinden olanlara, yani aynı mekanıtoprağıvatanı paylaştıkları kimselere güvendiler.

Ardından kendileriyle aynı tanrılara, aynı ideolojilere inananlara, yani inançlarını paylaştıkları kimselere güvendiler.

Nihayet şehirlerde "ötekilerle" bir arada yaşayabilmek için herkesin riayet edeceği hukuki kurallara, toplumsal sözleşmelere güvenmeye başladılar.

Bedevilikten hadariliğe uzanan bir tekamül çizgisi bu.

Kabilelerde doğup büyüyenlerin, hemen herkesin birbirine benzediği, herkesin herkesi tanıdığı, huyunu suyunu bildiği ve buna dayanarak karşılıklı güven ilişkisi kurabildiği bir dünya tasavvuru vardır.

Yabancıları, başkalarının fikirlerini, kendilerininkinden farklı inançları tehdit olarak algılarlar.

Çeşitli sebeplerle kırlardaki izole yerleşimlerinden kentlere göç eden "bedeviler", kabileci dünya tasavvurlarını şehirde sürdürmeye çalışırlar.

Fakat yabancıların bir arada yaşadığı şehirde bu mümkün değildir.

Ne kadar gettolaşsalar da önünde sonunda "yabancılarla" temas etmek zorunda kalırlar.

Nereli olduğunu bilmedikleri fırıncının ekmeği standartlara uygun yaptığına inanmaya mecburdurlar.

İnancını bilmedikleri hakimlerin kendilerine haksızlık yapmayacaklarına itimat etmeleri gerekir.

Irkını bilmedikleri doktorun onlara doğru ilacı yazacağına güvenmek zorundadırlar.

Şehirde herkes birbirinden farklıdır ve bu normaldir.

Şehir hayatına karışıp medenileşmeye çalışan bedevilerin, herkesi zorla ya da güzellikle kendilerine benzetemeyeceklerini anlamaları için belki birkaç nesil boyu şehirde yaşamaları gerekir.

Nihayet bunu içselleştirdiklerinde, başkaları ile iş yaparken ihtiyaç hissettikleri "güveni", akrabalık, hemşerilik ya da cemaat ilişkilerinden ziyade kanunda, sözleşmelerde, denetim mekanizmalarında aramaya başlarlar.

Medeniyet bir tarafıyla sözleşme demektir, hukuk demektir, kamusal alanın güçlünün hukukuyla değil, hukukun gücüyle tanzim edilmesi demektir.

Şehir hayatını paylaşan herkesin asgari bir "