Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilmez

Başlığa bir kısmını aldığım cümle, Said Nursi'ye ait. 31 Mart hadisesini kendi penceresinden anlattığı Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserinde geçiyor.

Cümle öncesi ve sonrasıyla şöyle: "Hakkın hatırını kırmayacağım, hakikati söyleyeceğim. Zira Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun."

Bir zamandır bu pırıltılı sözler zihnimde dolanıyor.

Hak ve hakikat ilişkisi, üzerinde çok durmadığımız, kolayca göz ardı ettiğimiz bir konu.

Hakikat, şuurlu ve akıllı insanın ayağını bastığı zemin. Nirengi noktası

Hakikat saydığımız ne varsa ona göre pozisyon alıyor, dışımızdaki her şeyi ona göre konumlandırıyoruz.

Prensiplerimizi ve kırmızı çizgilerimizi de hakikati referans alarak şekillendiriyoruz.

Mesela geçici, tutarsız ve istikrarsız rüyaları bu yüzden hakikat saymıyoruz.

Bir referans noktasının, "referans" vasfını koruyabilmesi için, -tanımı gereği- değişip durmaması gerekir!

Tıpkı bir pusulanın işe yaraması için her zaman, her yer ve her şartta manyetik kuzey kutbunu göstermesi gerektiği gibi.

Bize kuzey diye sürekli başka başka yönleri gösteren bir pusulaya mahkum olmak, artık ne konumda olduğumuz bilemememiz demek

Sonsuz ve karanlık bir boşlukta hedefsizce ve amaçsızca sürüklenmek demek.

Dehşet verici ve tahammül edilemez bir hâl bu!..

Hakikati eğip bükenler bu dehşeti, biraz o konuda düşünmekten kaçınarak, biraz "geçici paralel hakikatler" yaratarak, biraz da çevrelerini referans alarak bastırıyorlar.

Hakikat yerine ikame edilmiş bir anlatıya, bir grupla beraber bir müddet boyunca tutarlı şekilde inanmayı sürdürmek, bahsettiğim dehşeti bastırıyor.

"Çevremdeki herkes buna inanıyor, herkes yanılıyor olamaz" diyen, "herkes giderken Mersin'e, ben gidemem tersine" diye düşünenler için hakikatin ana kaynağı "çevrelerindeki kimseler" zaten.

İnsanların ekserisi anne-babalarından, akrabalarından, komşularından, öğretmenlerinden, arkadaşlarından "hakikat" diye öğrendikleri bilgilerin aslında neye dayandığını, neden hakikat kabul edildiğini araştırma zahmetine girmiyor.

Basitçe çevresini taklit edenler için "hakikat", çevre ile birlikte değişen, amorf bir şey.

Hakikati, karizmatik bir otoriteden, dini ya da siyasi bir figürden öğrenip, o kişiyi hakikatin yegane kaynağı zannedenler için de benzer bir durum söz konusu.

Hakikatin kaynağı bir insan olduğunda, o insan fikrini değiştirdiği zaman hakikat de değişmiş oluyor.

Hele hakikatinizin kaynağı tutarsız, gelgitler yaşayan, zikzaklar çizen biriyse, birbiriyle taban tabana çelişen birçok şeye hakikat diye tutunmuş oluyorsunuz.

Said Nursi'nin işaret ettiği gibi Hakk'ın ve dolayısıyla "