Bize düşen haddimizi bilmekti ama o da kolay değildi!..

Bu ev, gönülden hediye edildiğinden mi ne çok mesut ve bahtiyar ömür sürdük. Bolluk bereket, huzur ve saadet dolu çok seneler geçti.

Kendimi biraz toplamışken Doktor Nefise'yi de alarak Erzurum seyahatine gitmeyi çok arzu ediyordum. Hastalıklar zaten yanı başımızdaydı, yeniden kapımızı çalmaya başlamadan ne yapacaksak yapmalıydım. Hem sıla-i rahim sevabına kavuşur hem de"Tebdil-i mekânda ferahlık vardır"müjdesine kavuşurduk diye düşünüyordum. Bir dahasına mı Ya kısmet!

Bu ev, gönülden hediye edildiğinden mi ne çok mesut ve bahtiyar ömür sürdük. Bolluk bereket, huzur ve saadet dolu çok seneler geçti. Doktor Nefise Hanımla bir aile gibi iç içe yaşadık. Hem komşu, hem gelin görümce, hem ahiret kardeşi olmakla şereflenmiştik. Dolayısıyla her biri destansı hatıralarımızı saymakla bitiremem. Başta, sağ salim çocuklarımızı büyüttük, evlendirdik, torunlarımız oldu, her hafta sonu gelip bahçemizde bülbüller gibi şakıdılar.

Bütün samimiyetimle yönümü Allahü teâlâya çevirdim, tam teslim oldum, rızasını kazanmak derdiyle dertlendim; dünyalık olarak her şeyin en güzelini ihsan eyledi. Ne kadar hamd ve şükretsem yine de azdı. Elhamdülillah, hiç ama hiç şımarmadım. Kendimi koyuverip kaybetmedim, delirmedim, kimseye tepeden bakmadım. Neticede veren de oydu alan da Bize düşen haddimizi bilmekti, o da kolay değildi.

Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz,

Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz

"Tâlibî" mahlasıyla yazan Bursalı Tâlib Muhammed Bey, bu beytinde hislerime tercüman olmuş seneler öncesinden. Yani demek istiyor ki"Kâmil insan için, insaf gözüyle bakmak kadar doğru tartan bir terazi olmaz. İnsanın kendi eksiklerini bilmesinden daha mühim, daha iyi ilim irfan olmaz"Biraz daha açmak icap ederse İNSAF kelimesinin mânâsı; merhamete, vicdana ya da akıl mantık kaidelerine dayanan adâlet demek olduğunu rahat görebiliyoruz. Çeşm-i insaf; malum insaf gözü demek. Âlim olan biri, yaşını almış, olgunluk çağına gelmiş biri, elini vicdanına koyup insafla baktığında; kâinatın her zerresinde tecelli eden hakiki varlığın Allahü teâlâ olduğunu, ondan gayri hiçbir mevcudun hakiki mânâda var olmadığını görmemesi mümkün değildi.