Kısa zamanda şehrin çehresi değişti...

Bir ömür, hikmetli sohbetler, ders verici, ibret alıcı nasihatlerle akıp gidecekti.

Dayanamadım sordum o heybetli zata:

- Efendim siz kimsiniz

- Kime benziyorum

- Bilmem ki! Nasıl desem Bey misiniz, paşa mı, ağa, şeyh, tüccar mı desem Tam kestiremiyorum!

- O söylediklerinden hiçbiri değilim.

- Yoksa

- Evet, yoksa

- Yoksa Emîr'ül-mü'minîn misiniz Efendim

- !!!

Sadece tebessüm etmekle yetindi. Harun Reşid Sultan'ımızla ilk temasımız ve tanışmamız işte öyle başladı. Sonra ne mi oldu Sonra birlikte gezip gördüğümüz fakir fukara mahallerine yardım etti, yollar, evler, hanlar, hamamlar yaptırdı. Kısa zamanda şehrin çehresi değişti. Artık insanların yüzü gülüyordu, onun da...

Yaz kış, sabah, öğle, akşam veya aklıma her geldiğinde herhangi bir yerde görüp adını duyduğunda hissettiğim heyecan, hürmet, iftihar, her hareketimi kocaman bir tebessümle mükâfatlandırıyordu bu muhterem Sultan'ım. O gözlerin sahibi şimdi Ümmet-i Muhammed'in de ümidi olup çıkmıştı. Bağdat içinde ve civarında gördüğüm kadarıyla ilmen ve fikren yetişmiş insanların en mahiri, en kuvvetlilerinden biriydi. Yok edilmek, paylaşılmak istenen devlet ve masum Müslüman milletinin istikbalini düşündükçe kahroluyordu. Ümmet-i Muhammed'in yeniden toparlanıp doğrulması, ayağa kalkması için mücadele ediyordu. Bunun için ne lazımsa elinden geleni yapıyor, yaptırıyordu da.

Ben de bütün kalbimle hizmetlerinde olmaktan büyük bir şeref duyuyordum. Doğruya doğru, eğriye eğri dememden olsa gerek, her defasında üzeceğim bu güzel insanla pek manidar atışmalarımız oluyor, yine de kaldığımız yerden devam edebiliyorduk. Onun meftunu olmuştum. Ne o bensiz edebiliyordu ne de ben onsuz olabiliyordum.

Bir ömür, tatlı atışmalar, hikmetli sohbetler, ders verici, ibret alıcı nasihatlerle akıp gidecekti.

Din kardeşine hizmet, olur makbul ibadet,

Müslümanı üzmekse, olur büyük felaket.

İyi ol, numune ol, kötüye olma alet!

Dünya malı hırsı da, bir menfaat sağlamaz,

Hırs, ayağı kaydırır, kendi düşen ağlamaz!