Çin'le Rusya'nın arasını açmak...

Şanghay İşbirliği Teşkilatı'nda Rusya ve Çin'in yürüttükleri ilişkinin niteliği ittifak değil, iş birliği. Uzun yıllardır süren birçok anlaşmazlığa rağmen Moskova ve Beijing'i yan yana getiren amil ise müşterek tehdit algısı. Ankara'nın, diyalog ortaklığından tam üyeliğe geçişten söz etmeye başlarken, söz konusu müşterek tehdit algısının mahiyetini daha iyi tahlil etmesi lazım. Zira Rusya ve Çin'in 1990'ların ortalarında iş birliği yapmaya başladıkları sırada gündemlerine aldıkları "köktencilikle mücadele" hususunun, terörle mücadele konseptinin çok ötesinde anlamlar taşıdığı ortada. Şanghay İşbirliği zirvelerinin değişmez gündem maddelerinden olan "her türlü bölücülük ve aşırılıkla mücadele" yaklaşımının da, Rusya ve Çin için ne manaya geldiğini Ankara da herhâlde biliyordur. Merkezi Asya ve Türkistan coğrafyasında millî ve dinî kimliklerine sahip çıkmaya çalışan, asimilasyona direnen halkların zecri tedbirlerle zapturapt altına alınmasını meşrulaştıran bir teşkilattan söz ediyoruz. Moskova-Beijing iş birliğinin ana eksenini bu oluşturuyor. Çin ve Rusya'yı daha fazla iş birliği yapmaya iten diğer bir müşterek tehdit algısı ise ABD'den kaynaklanıyor. Bir önceki ABD Başkanı Donald Trump döneminde ilan edilen Millî Güvenlik Konseptinde ABD'nin Rusya ve Çin'i "düşman" kategorisine koymuş olması, Joe Biden döneminde de Vashington'un iki ülkeyi de hedef alan tutumunu sürdürmesi Moskova-Beijing hattındaki "dayanışmayı" artırıyor. Bu dayanışma tablosuna ABD ile problem yaşayan başka ülkelerin dahil edilmesi ve Batı'ya bir anlamda "burada sizin borunuzun ötmediği başka bir dünya var" mesajının verilmesi Rusya ve Çin'in öncelikleri arasında epeydir girdi. NATO müttefiki olan Türkiye'nin devlet başkanı seviyesinde bu tabloda yer alması için Putin'in sarf ettiği çabanın sebebi de, söz konusu mesajı daha da görünür hâle getirmekti. Türkiye'nin de katıldığı Semerkand Zirvesinin üzerinden sadece günler geçmişken Putin'in "Rusya'nın NATO ile savaş hâlinde olduğunu" söylemesi kafaları iyice karıştırdı. Putin'in kısmi seferberlik ilan etmek, ana vatan savunmasından bahsetmek, Rusya'nın toprak bütünlüğü tehdit edilirse nükleer silahlara başvurmaktan çekinmeyeceğini söylemek ve Avrupa ülkelerine doğalgaz sevkiyatını daha da kısıtlamak gibi adımları Batı ile Rusya arasına henüz "savaş" olmasa da, savaşa dönüşebilecek tehlikeli bir tırmanışın varlığına delalet ediyor. ABD Başkanı Joe Biden'ın, Putin'in nükleer silahlara başvurmaktan bahsettiği sırada, "ABD ile Çin arasında Soğuk Savaş olmadığını" söylemesi boşuna değil. Hâlbuki daha birkaç hafta evvel Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin tartışmalı Tapei ziyareti esnasında, Tayvan Boğazındaki Çin ve ABD donanmaları birbirlerine karşı teyakkuza geçmişlerdi. ABD, Rusya ve Çin'in kendisine karşı kenetlenmeye başlamasının doğurabileceği büyük tehlikeyi yavaş yavaş fark etmeye başladı. Biden'ın Çin'i "düşman" kategorisinden çıkarma teşebbüsü bundan tam 50 yıl önce ABD Başkanı Richard Nixon'ın Çin'e gerçekleştirdiği resmî ziyaretin arkasında yatan sebepleri hatırlattı. 1972'deki ziyaretin Nixon'ın