Yeditepe Bienali ve birkaç tespit

Cumhurbaşkanlığı'nın himayesinde, Fatih Belediyesi ile Klasik Türk Sanatları Vakfı tarafından gerçekleştirilen, Çerçeve İçi-Dışı temalı Yeditepe Bienali'nin, Nuruosmaniye Camii mahzenindeki bölümünü, geçtiğimiz çarşamba günü, ilgili ajanstan Emine Nur Bengisu'nun daveti üzerine, Sibel Eraslan ve Ümmü Gülsüm Erdoğan'la birlikte gezdik. Orada sergilenen işler ve ancak Bienal kataloğundan görebildiğim eserler üzerinden söyleyebileceğim ilk şey şudur: Eserlerin sergilenmesinde tarihi mekanların kullanılması, ilk bakışta çok avantajlı gibi görünüyor olsa da, bu mekanlara has teknik imkanların sınırlı olması nedeniyle başlı başına dezavantaj oluşturuyor. Henüz ikincisi yapılan Bienal'in lojistik ekibinin oluşturulmasındaki, sevk ve idaresindeki zorluklar da cabası. Bu nedenle öncelikle, Bienal'in gerçekleşmesi için sarf edilen gayreti önemsemek gerekiyor. Zira, her eserin sergilenmesine mahsus özel ortamların tanzimi, bakımı ve temizliği ciddi bir çabayı gerektirirken, izleyicilerin yönlendirilmeleri, bilgilendirilmeleri de yine özel bir gayrete muhtaç bulunuyor. Bu cihetle, Bienal'i gerçekleştiren kurumlar ve ekipler, daha baştan teşekkürü hak ediyorlar. Nuruosmaniye Camii mahzenindeki işleri görmemizde ve anlamaya çalışmamızda, küratörlük ekibinden Zehra Kaygusuz bize rehberlik etti. Brian O'doherty, iyi tanzim edilmiş bir beyaz küpteki (sergi mekanındaki) yangın söndürme tüpünün bile sanat eseriymiş gibi göründüğünü söyler. Bense bu etkiyi, Kaygusuz'un anlatımında yaşadım. Şöyle ki, lafı dolaştırmadan söyleyeyim, bilgisayar hafıza ve ekran kartlarının yorulmasıyla elde edilen işleri yaşım, görgüm ve zevkim gereği sanat olarak niteleyemiyorum. Örneğin, küçücük bir cam kürenin üstüne Arap harfleriyle yazılmış bir beytin, ışık marifetiyle taş duvarlara yansıtılması bana bir şey ifade etmediği gibi, bilgisayar ve vido marifetiyle renk tayfındaki hareketliliğin zaptı da bana hiçbir şey söylemiyor. İşte Kaygusuz, bilgisayarın teknik imkanlarını kendi marifetleriymiş gibi görenlerin işlerini, küçük grubumuza, onlara nasıl bakmamız ve onları nasıl okumamız gerektiğini de hiç üşenmeden -sanat terminolojisinin içinde durarak- öyle güzel anlattı ki, ben Kaygusuz'un anlatımını, mahzendeki işlerin hepsinden daha sanatlı buldum. Bu anlayışıma ve seyrime tabi olarak, Bienal üzerinden birkaç tespitimi daha iletmek istiyorum. Yeditepe Bienali, en azından Mahzen'deki işlerden de anlaşılacağı gibi, kamunun dilindeki şekliyle geleneksel sanatlar bienali değildir. Velev ki, Çerçeve İçi-Dışı teması Müslüman sanatları esasında kullanılmış olsa da bu böyledir. Bu nedenle, konuşmaktan ve yazmaktan usandığım geleneksel sanat meselesinde, artık şu temel ayrımı -salt kendi adıma- gereksiniyorum: Geleneksel sanatlar diye tabir edilen Müslüman sanatları içinde, hattan daha özel ve öncelikli bir sanat yoktur. Çünkü hat Mushaf yazımı olarak, Kur'an'a bitişiktir ve hattat da asliyetinde Mushaf'ı yazan kişidir. Kur'an'ın ve mescitlerin süslenmesi, dince değerli sayıldığından, hattın sanatlı olarak yapılması, hattatın sanatlılık esasıyla çalışması zorunludur ki, bu zorunluluğu gönlünde bir meşale gibi taşıyan kişiye hattat denir. Gerek Mushaf'ın güzel yazılması ve süslenmesi, gerekse ayetlerin mimari vd. yüzeylere işlenmesi de, Müslümanların güzelliğe talip olma tutumunun göstergesi olduğu kadar, aynı zamanda onların ilahi mesajı taşıma görevine