Polonyalı saz aşığı Petra

Bir toplumun yaşayış biçimi, kültürü, inançları, gelenekleri; deyişlerine, şiirlerine ve musikîsine yansır.

Üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı toplumlarının şairleri, edebiyatçıları, düşünürleri ve erenleriyle bu milletin kültürünün mayası olmuşlar. Buradan beslenen; Nesimî, Itrî, Karacaoğlan, Fuzulî, Yunus Emre, Aşık Veysel ile tasavvuf, sanat, halk müziği, ozanları ile büyük bir kültürü inşa etmişler.

Osmanlı'da başlayan ve Cumhuriyetle hayata geçen Avrupa meftunluğu, demokrasi, insan hakları ve teknolojisini bırakıp Avrupa medeniyetinin sefahat ve levhiyatını taklid etme hastalığı günümüze kadar artarak devam edince değerlerimiz de alt üst oldu. Dolayısıyla dünyevîleşme, sekülerleşme ve dinden kopuşlar başladı.

Avrupa'nın (folk) halk müziği, sanatsal ve slow müzik tarzlarına sözümüz yok. Ancak ritme ve dansa dayalı, gençleri uyuşturan rappop türü ve disco-tek ve barlarda icra edilen tamamen hayvanî hisleri coşturan müzik denilen gürültülere ve gençlerimize tesirinedir itirazımız.

Oysa bazı Avrupalılar geleneklerimize, otantik değerlerimize, Ramazan şeairine, (iftarlara katılıp orucumuza) hattâ musikimize hayranlık duyuyorlar.

Son zamanları Japon, Fransız, Polonyalı, Alman, Hollandalı hanımlar, türkülerimize ve millî sazımız olan bağlamaya git-gide alâkaları şaşkınlık derecesinde artmaya başladı. Daha evvel bu mevzuda bir yazı kaleme almıştık. bknz https:www.yeniasya.com.tromer-faruk-ozaydinve-eleonore-sazi-eline-aldi_475022

Onlardan biri de Petra Nachtmanova

Polonya asıllı bir ailenin çocuğu olan Petra; babası Çek, annesi Polonyalı bir ailenin Avusturya'ya göçmesiyle Viyana'da doğar. Daha çok Polonya kültürüyle büyümüş olan Petra ilk ve orta tahsilini Viyana'da tamamladıktan sonra tarihe merakı dolayısıyla İngiltere'ye gider, sonra Berlin'e yerleşir. Berlin'de Anadolu'yu keşfeder.

Zira Berlin özellikle Kreuzberg semti çoğunlukla Türklerin yoğun olduğu bir yer olmasından orası küçük bir Türkiye gibi. Petra; "Berlin bir nevi Anadolu ve orası benim evim gibi oldu" diyor. "Kreuzberg'de gezerken Anadolu müziklerini duydum ve ilgimi çekti. Bir şey ilginizi

çekiyorsa o şeyin içine düşersiniz. Dolayısıyla geniş bir türkü arşivi edinip çokça dinledim. Sonra saz kursuna gittim. Kursta Türklerin konuşmaları, deyişleri ister istemez o kültüre yakınlık duymamı sağladı. Derken Alevi kültürü ve semah müziklerinde buldum kendimi. Oradan girdim Anadolu kültürüne. Sonra o türkü ve deyişlerin anlamlarını merak ettim ve Aşık Veysel'i keşfettim. Türkülerde insan için yazılmış derin bir felsefe var. Bir çeşit eşitlik, adalet, sosyolojik bilgiler var. Baktım ki Türkçe öğrenmeden olmuyor, sonra İstanbul'a gidip dil öğrendim. Bütün mesele mesaj, dil. Biraz zor oldu ama hayal dünyamı zenginleştirdi. Çünkü başka bir şekilde düşünmeyi öğreniyorsunuz. Acayip pratik konseptler var Türkçede.