Havada bir kara sinek dolaşıyor. Bir gün önce Binyamin Netanyahu'nun bahçesindeki korkuluktaydı. Saatleri gittikçe kısalan uykusunda bir sincap tarafından sorgulanıyordu Netanyahu. El kadar sincabın beklenmedik soruları ona ecel teri döktürmüştü. Daha demişti sincap, bin, on bin sincap geri geleceğiz. Senin kulağının dibinde duracağız. Her gün altını oyduğun Kudüs şehrinin altında bile kardeşlerimiz var. Çitteki kara sinek bu sözleri duyunca onca besin artığı, çiçek çeşiti, söz yalanı, kan dondurması, bebek çığlığı, kadın bedduası arasında daha fazla duramadı. Buraya, yokluğun ecel ayazı benzeri her şeyi kasıp kavurduğu, ölümün var olmaktan utandığı yere sığındı. İş misal vermeye gelince 'bir sinek' şahit tutulmaktan geri kalmazdı. Eğer, kurban, hala İsmail'in dünyaya bağlı, öteye açık gözünde İbrahim'in bir sınaması olarak vardıysa, sinek, bunu görmek adına Netanyahu'nun çitinden kaçıp buraya, bu her şeyin başlangıcı olabilecek kadar bitmiş kurban olunası Gazze'ye uçup gelmişti.
Yusuf'un kardeşi olmaktan utanan şimdiki Binyamin Netanyahu, Yakup'un sevgisini mi kıskanmıştır bilinmez ama, İsrail kurşunlarının döve döve kırdığı bir bina köşesinde, İsmail ile İshak arasında bir kuş öter. Stalin, sinek kaydı traş olurken hep bir ustura korkusu yaşarmış. O korku bir seferinde rüyasında bir doğum günü partisi sırasında gerçek olmuş. Bu kez yine bir kara sinek varmış ve o kara sinek milyonlarca yok edilmiş insanın kan kokusuyla semirmişmiş. Özbek pamuğu gibi bulutlanmış yüzünde çalı bıyıkları, Gürcü kaşları fakat asıl Manastır kaçkını gözleriyle Stalin, kara sineğin salvolarına dayanamamış, berberin elinden kaptığı kasatura ile sineğin peşine düşüp kılıç gibi sallamış. İşte ilk kez bir varlık, Stalin'in karşısında alay ederek gülmüş, o bir kara sinekmiş.
Değil yarım, sakat, eksik, yaralı, parçalanmış canlı hemen her şey plastik, naylon, ahşap, teneke, demir her nesne de olan bitene dayanamamış kaçmıştı Gazze'den. Sadece, ölümün ötesine geçmiş, baktığı zaman dünyanın dışına çıkmış nazarla varlığa nezaret edenler vardı etrafta.Yokluk hepten hükümran olmasın diye yıkım bir yeşerme fırsatı diye kol geziyor burada. İşte onlardan biri aylardır körpe bedeni yıkanacak su görmemiş bir kız çocuğuydu. Nasıl olmuş da böyle elinde plastik bir bebeğin boyundan kopuk yüzü ve saçları kalmıştı. Gazze'li kız bebeğinin saçlarını tarıyor sadece başka çocukların anladığı bir dilde bir şeyler mırıldanıyordu. 'Kuzu diyordu, kuzu, kuzum, kurban olayım senin bu saçlarına.' Bir kuzudan onun sürmeli gözlerinden, güneşte parlayan boynuzlarından, karanlığın içinde bahar misali patlayan melemesinden sonra da Netanyahu adında bir kasabın ayak sesinden dem vuruyorduNice kuzu resmi vardı nice binanın kapısında değil mi Kudüs'te!
Her zaman her büyük yoklukta bir kuş, ne kuşu bir serçe yuvası mutlaka bulunur. Son insan dünyadan ayrılmadan önce hep hayatta kalacak yegane kuş hep serçe olacaktır. O serçe şimdi çatısı dahil her tarafı çökmüş bir binanın en dayanıksız bir parçasına konmuş ötüyor. Daha doğrusu, onca engeli aşarak buraya kadar ulaşmış yarım çuval unu Gazzeli bir kadın gözyaşı ile yoğuruyor. İbrahim'in İsmail'i götürdüğü sınavda, İsmail'in annesinin gizli gözyaşından kimse söz açmaz ya, işte Gazze'li kadının gözyaşı öyle bir mayadan. Elinde boynundan kopmuş bebeğini tutan çocukla diğer iki yetime bazlama yapacak kadın. Bayram bazlaması. Sanki babaları, bayram namazından gelmişçesine sofraya oturacak bir sabah. Serçenin şakıması ondan. Hz. Nuh son anda fark etmiş serçeleri unuttuğunu. Eyvah demiş, onlar olmazsa tekrar dünya olmaz. Gazze'li kadının hamur yoğuran elleri de sanki gemi çatıyor fırtınadan önce.