Kadıköy ile Üsküdar'ın Arası

Yirmi yıl kesintisiz Üsküdar'da yaşadım. İki Çamlıca tepesi arasında ayak basmadığım ağaç dibi neredeyse yoktur. İlk işim Büyük Çamlıca Tepesine tırmanmak ve şehri her yönden temaşa etmek olurdu sabahları. Dört mevsim boyunca, ışıkları, renkleri, boğazı, ufku hasılı şehrin saklayıp gösterdiği her şeyi gözlemeye çalışırdım. Sonra da erguvanları bekler, kuşların göç mevsimini gözler, eski ile yeni, tabiatla kent arasındaki çelişkiler kadar uyumu da takibe alırdım. Kış saltanatlı geçerdi. Yaz nazlı. Benim yaşadığım zaman boyunca ne Küçük Çamlıca'ya dikilen hilkat garibesi kule ne de Büyük Çamlıca'daki cami ortalıkta yoktu. Tabiat parkı gibiydi etraf. Tomruk suyundan eve su taşımak mümkündü. Kısıklı içli bir İstanbul efendisi halinde sessizce Selami Aliye doğru yürürdü.

Gün geldi Üsküdar kitabını yazmak bana düştü. Bağlarbaşı'ndan Altunizade'ye, Selamsız'dan Şemsipaşa'ya, Doğancılar'dan Karacaahmet'e kadar dokunmadığım çeşme kitabesi, girmediğim çıkmaz sokak, ismiyle şaşkına uğramadığım evliya kalmamıştı. Kanaatim pekişmişti. Üsküdar, Anadolu'da ikinci İstanbul diye bilinçle kurulmuştu. Kabe toprağı vasfına büründürülmesi sebepsiz değildi. Duyarlığım 'Üsküdar Asyadır Çine kadar' derecesine kadar yükselmekle kalmadı, içimde bir korku köklendi; Üsküdar'dan ayrı düşmek. Olan olur, olacak olan mutlaka olur. Her bağlılık tutku ve sevgiyle yoğrulurken karanlık rüzgarlar eser, kaderin saati bir yerde tık deyip durur. Üsküdar'dan koptuğum zaman geride onun yirmi yıl boyunca nasıl değiştiği kadar bel çevresi genişleyen adam misali obezleşip kişiliğinden koptuğunu da görmem olmuştu. İnşaatçılar, yükselen neo- islamcı iştahayla beraber onu altüst ederken zaten zayıf olan kültürel dokusunu da allak bullak etmişti. Son yıllarda ise adeta tek parti zihniyetiyle, yılışık ve kibirli bir muhafazakarlığın kendi kendini oyalamasına dönüşmüştü. Her bir köşesi ebediyyen babalarından miras kalmışçasına günlerini gün ettiler. Şemsipaşa'nın önüne önce demir kazıklar sonra da onu denizden koparan beton yola ses bile çıkarmadılar.

Yaklaşık on beş yıldır da Kadıköy'de yaşıyorum. Olup bitenlerin karakteri Üsküdar'dan farklı sayılmaz. Erkenciliğim sürüyor yine burada da. Her sabah gün doğmadan kalkıyor kendimi Haydarpaşa'yı gören noktadan başlayarak bütün Moda sahili boyunca yürürken buluyor, Yoğurtçu Parkı'na kadar gittikten sonra geri dönüyorum. Bu arada Sultanahmet Camii ve Ayasofya'nın kubbeleri dahil tarihi yarımadayı gün gün mevsim mevsim izliyor, Yahya Kemal'in ' Moda'da Mayıs' şiirindeki ruhu içime çekiyorum.

Bilenler hatırlar, Moda'nın her sokağı geçmişle ve kültürle irtibatlıdır. Fakat ne var ki son zamanlarda Moda da göbeği şişen adam misali patlama noktasına geldi. Hafta sonları sayısı milyonu bulan genç kitle tarafından istila edilmeye başlandı. Tüketim birinci öncelik olurken, tiyatro, kitapçı, sinema gibi mekanlar azaldı. Üsküdar'ın negatifine büründü. Sokaklar yürünemez hale geldi. Ölçüsüz kedi- köpek tutkusu sadece semtin temizliğini değil güvenliğini de sarstı. Kiralar fırladı. Yaşam alanı daraldı. Her seçimde yüzde altmış üzerinde oy almak semti yönetme vizyonu doğurmadı. O da tek taraflı açık bir parantezin rüzgarında savruluyor. Kof bir kendine güvenin etrafında dönüp duruyor. İstanbul'un en kötü yönetilen ilçelerinden biri desem abartı olmaz.