Buralar hep benim(di)cilik
Adam şatafatlı bir masaya yayılmış elinde bir sihirli çubuk varmış da daha ne yöne döneceğini hangi noktayı işaretleyeceği belli etmeden etrafındakiler pür dikkat ona bakıyorlar. Çubuğun ucu aşağı yönelse oldukları yerden diz kırma refleksiyle çömelmeye yukarı çevrilse bir balerin balet ruhuyla parmaklarının ucundan yükselmeye meyilliler. Dillerinin altında yeni bir ilahi saklar gibi teyakkuzda bekliyorlar. O yönünü gösterip son noktayı işaretlediğinde melekler korosu halinde şakıyacaklar. Adam sadece oyunbaz değil küstah ve deneyimli bir tüccar olduğu için gözünü sağa döndürse çevresindeki alık fakat iştahlı bakışların o tarafa bakacağını iyi biliyor. O yüzden çubuğu masaya koyup dinlendiriyor oyununu bilerek. Bir an duruyor. Her şey donuyor. Arkasından eline bir imza kalemi alıp kılıç talimi yaparcasına kağıt üzerinde imzalar atıyor. Hoyrat ve pervasız fakat pek şehvetli dudak kıvrımları şahsiyetsiz göz süzmelerinin arasında yumaklınıyor. Bu kez etrafındakilerin bilekleri, elleri, parmak kemikleri refleksle oynamaya başlıyor. Aslında bir bütün bir organizma onlar. Aynı anda işleyen bir canavar ağzı gibi dil ile diş dudak ile çene bir çalışıyor. Lezzetli bir etin kokusunu alır gibi yalanıyorlar saklıca.
Adam güncel ve şöhretli bir buralar hep benimci. Antropolojinin en eski parçalarından izler taşıyan yüz benekleri yabancı değil kimseye. Bunun için doğdu. Bunun için büyüdü. Çok kazandı. Çok aldı ve çok sattı sonra da kendisine bir seçilmiş kişi ilahiyatı kazandırarak halkının pardon paydaş ve ortaklarının, diştaş ve inançdaşlarının önüne koyuldu. Emlak yalvacı o. Göklerin katından şimşeklerin hızıyla sağıldı. Kutsal mabedin ilk taşı onun nezaretinde konuldu. O yine hep buralar benimci. Benim oldukça da biliyorsunuz sizin edasıyla etrafta ne kadar malzeme varsa buraya taşınmasının hak olduğuna hükmetti. En önde kendisi kolları sıvanmış toza çamura aldırmadan işe bulaştı. Türküler, marşlar, ıslıklar, nara ve nidalar altında iş gördü. Altının ve gümüşün, değerli madenlerin, para ve pulun düğünü yapıldı. Binalar dikildi. Bonolar, hisse senetleri, sanal paralar kurt sürüsü yapılıp taygalardan çöllere, vadilere, dağlara, ovalara salındı.
En duyarlı kameralar, ses kayıt cihazları, ileri uzman içerik üreticileri, medya çalışanları, reklamcı ve dizaynırlar her bilgi ve fende Çin'den Meksika'ya, Grönland'dan Antartika'ya, Karakum'dan Büyük Sahra'ya değin iklim ve nebatat ayrıntısına sahip danışmanlar yakınında, ona suflör oluyorlar. O her gün ışıklar ve kameralar önünde kükreyip buyuruyor. Bir kalın buz tabakasında patenleriyle derin çizikler yaratıyor. Şu ağacın en körpe dalı, şu toprağın madeni, şu denizin tuzu, şu eriğin suyu, şu kadının nazı, olan ve olabilecek olan hemen her şeyi değil, kârı yetmez asıl mülkiyeti benim diyor. Kirpinin iğnesinde, sabah çiğinin terinde benim hakkım var. Siz siz, her gün biz biz diye ateş yakıp dans kuranlar, söyleyin haksız mıyım Halklarınız ekmeksiz, mahkemeleriniz adaletsiz, topraklarınız sahipsiz, çocuklarınızın bakışları geleceksiz değil mi Sizin sularınız benim mucizemi beklemiyor mu Sanırsınız bir cadı bir roket süpürgesine binmiş kırmızı şapkası geride burnunu bulutlara sokmuş dört dönüyor şevkle. Mülkiyet heykelciği sokağa iniyor yukarıdan.