Müslüman kendi ırkından büyüktür2

Biz Müslümanlar dünyanın neresinde Müslümanlar varsa onlarla kardeşiz. Bizim kardeşliğimizin hududu, imanımızla çizilmiştir. Gönül coğrafyamız, imanımızın hududu kadardır. İmanın hududu bir kavimle, bir ırkla, bir renkle, bir mezheple, bir meşreple mukayyed değildir. Biz ırkımızın hududunda, renginde değil, imanımızın renginde ve hududunda olacağız. Müslümanlar, kardeşliği Kitap ve Sünnet ile ilan edilmiş ve Medine İslâm toplumuyla o kardeşliği yaşamaya başlamış bir ümmettir.Müslümanın Müslüman kardeşleri yanıbaşında dururken onları bırakıp başka din mensuplarını ve dinsizleri dost edinmesi, dinden dinsizliğe geçişinin göstergesidir. Müslüman; Mekke'dir, Medine'dir, Kudüs'tür, Yemen'dir, Arakan'dır, Afganistan'dır, Tacikistan'dır, Doğu Türkistan'dır, Irak'tır, Suriye'dir, İran'dır, Bosna Hersek'tir, Özbekistan'dır. Hasılı kelam Müslümanın gönlü Müslümanların olduğu her yerdedir. Rasûlüllah (sav) müjdeliyor:

"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4103; Taberani el-Kebir, 20254, h.no: 601)

Güneşin doğduğu ve battığı yerde bir kerpiç evde, bir keçe çadırda bir tek Müslüman da olsa Müslümanın gönlü ordadır. Bir Müslümanın dünyadaki Müslümanlardan habersiz yaşaması, başlı başına bir musibettir. Mü'minler birbirine zimmetlidir. Hiçbir mü'min, diğer bir kardeşi hakkında; "Ondan bana ne" diyemez. Bîgâne kalamaz. Kardeşinin maddî ve mânevî her türlü derdi, onun da derdidir. Kardeşinin açlığı, onun da açlığıdır. Kardeşinin takvadan mahrumiyeti, onun da endişesidir.

Hak dostlarındanSeriyy-i Sakatî-rahmetullâhi aleyh-, dersinde talebelerine şu hadîs-i şerîfi îzâh etmekteydi:

"Mü'minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan (mü'minlerden) değildir." (Hâkim,Müstedrek, IV, 352; Heysemî,Mecmau'z-Zevâid,I, 87)

O esnada bir talebesi heyecanla içeri girdi ve;

"Üstâdım! Bağdat çarşısı yandı, kül oldu. Yalnız sizin dükkân kurtuldu. Gözünüz aydın!" dedi.

Seriyy-i Sakatî sevinç içinde birden;

"Elhamdülillâh!.." deyiverdi.

Otuz sene sonra bir dostuna;

"Ben o vakit, 'Elhamdülillâh!..' demekle, bir anlık da olsa sırf kendimi düşünmüş, felâkete uğrayan mü'min kardeşlerimin ızdırâbından uzak kalmış oldum. İşte, otuz senedir o hâlimin tevbesi içindeyim!.." dedi. (Hatîb el-Bağdâdî,Târih, IX, 188)

Müslüman dünyadaki bütün Müslüman ırklarla beraberdir. Kendini onlardan sayar, onların derdini dert edinir.

Biz Müslümanlar ehl-i ümmetiz. Fransız İnkılab-ı Kebir'inden sonra biz Müslümanlara dayatılan üstün ırk boş bir masal. Üstünlük için iman şarttır, takva kutsal. Ulusalcılık musibeti, ırkçılık belâsı karşısında "Ümmet-i Vahide" gerçek liman. Müminler arasında takvadan başka üstünlük ölçüsü kabul etmez şayet kişide varsa iman

Ümmet gönüllü olmak, ırkçılığı tarihin çöplüğüne atmaktır. Gamlı gönüller çöldü, İslâm gelince insanlar sahte ilahları bırakıp bağlandı bir tek Allah'a. Güneş bile bir başka gülümsedi sabaha! Kavmiyetçilik kavgasını bırakan erdi felaha.

Tek ümmet topraklarında emperyalistlerin eliyle çizilmiş olan coğrafi hududlar Müslümanı bağlamaz. İmanının hududuyla mukayyed kalan Müslüman iki cihanda ağlamaz!