'Bilimsel tefsir' tartışmaları üzerine

Kur'ân-ı Kerîm'i bilimsel verilerden yararlanarak yorumlama faaliyetine "bilimsel tefsir" denmektedir. Bu tür çalışmaların tarihi çok eskilere gitse de özellikle modern deneysel bilimlerdeki gelişmelerin İslam dünyasındaki yansımalarıyla birlikte bilimsel tefsir çalışmaları artmaya başlamıştır. Bu arada bilimsel tefsir yapmayı onaylayan ve buna karşı çıkan görüşler de vardır. Elbette bilimsel tefsire karşı olanların da güçlü gerekçeleri vardır. O tartışmaya girmeyeceğim. Ancak, müfessirlerin ve genel olarak din ilimleri uzmanlarının, dini ve Kur'an'ı savunacağım derken, insanların bilime güvensizlik duymalarına, bilimi önemsiz görmelerine ve sonuçta bilimde geri kalmalarına yol açacak düşünce ve üsluptan sakınmaları, bu yanlışı tekrar etmekten artık vazgeçmeleri gerekir.

İnsanlar bilime güvenlerini biri teorik, diğeri pratik olan iki gerekçeyle kaybedebilirler:

a) Teorik gerekçe: Bilimin yöntemi olan tümevarım tüketici değildir; yani bilimde bir hüküm üretilirken tüm ihtimaller tüketilmemiştir; çünkü tüketilemez. İşte bu olgu, bilimi putlaştıran pozitivist felsefenin sarsılmasından sonra bilimsel verilerin kesinliği konusunda bir şüphe doğurmuştur. Fakat doğal dünyada tüm bilimsel verilerin teorik olarak yanlışlanabilir olması bilimin özüne, yani sebep-sonuç yasasına ait bir durum değil, yöntemlerdeki kusurlardan, bütün sebepleri dikkate alamamaktan, sebepler üzerine eksik çalışmaktan kaynaklanan bir durumdur. Meşhur Avusturya-İngiliz filozofu Karl Popper'in "yanlışlanabilirlik" teorisi de aslında kusur veya eksik çalışmanın da bir sebep olduğu, onun da (beklenmeyen) bir sonuç doğurmasının zorunlu olduğu şeklinde anlaşılabilir. Çünkü yanlışlanabilirlik bilimsel yasalara güvensizlik doğurmaz, Batı bilim dünyasında doğurmamalıdır.

Tanınmış bilim felsefecilerinden ABD'li Alex Rosenberg, Popper'in teorisini şöyle eleştirir:

"İroniktir; Popper'in, kuramı sınamayla ilgili probleme olan yaklaşımı "yanlışlanabilirlik" teorisi problemi çözmekte başarısız olmakla kalmamış, bilimin resmî epistemolojisi olarak empirisizme deneycilik öylesine amansız bir karşı çıkışa yol açmıştır ki, sonuçta bilimin deneyleme yoluyla denetlendiğini düpedüz yadsıyan ve hatta bilimin nesnelliğini bütünüyle tartışmaya açan bir akım doğmuştur" (Bilim Felsefesi Çağdaş Bir Giriş, çev. İbrahim Yıldız, Ankara 2014, s. 275).

Bilimin yöntemi olan tümevarımın belirtilen kusuru, aslında gerçek bilim insanlarını ve kurumlarını bilime saygı ve güven duymaktan vazgeçirmemiş; fakat onları çalışmalarında daha titiz davranmaya yöneltmiş ve her duruma 100-150 yıl önceki pozitivizmin kibrinden kurtarmıştır.

Müslüman kültür dünyasında ise ağırlıklı olarak Selefî-Şâfiî-Eş'arî geleneğinde bilime karşı duyulan büyük güvensizlik ve bu suretle aklî ve deneysel bilgi ve teoriler hakkında gözden düşürücü bir dilin kullanılması Müslüman dünyayı son kahredici örneğini İsrail vahşetine karşı Gazze'nin yaşadığı- sorunlara boğmuştur. Çağımızda her insan gibi Müslüman insanlar da pratikte bilimin nimetlerini kullanırken, bilimi kötüleyici bir dil kullanmak bilime haksızlıktır, hiç de ahlâkî değildir. Böyle sözler ve yazılar sonuçta insanları ya bilimden ya da dinden soğutmaktadır. Şu halde bir din âlimi bilimsel tefsir yapacaksa belirtilen ihtiyat ve tevazu tavrını daha fazlasıyla sergilemeli, kullandığı bilimsel bir verinin yanlışlanabileceğini sürekli hatırlamalı, okuyucusuna da bunu hissettirmelidir.