Allah'ın hesabı

Mustafa Türkmenoğlu, 1956 yılında Bediüzzaman'a ilk ziyaretini gerçekleştirir. Zamanla bu ziyaretler çoğalır ve toplamda bu ziyaretlerin sayısı 10'a kadar çıkar. Mustafa, bu ziyaretlerde Bediüzzaman'ın saatlerce dersini dinler ve bir gece de Bediüzzaman'ın Emirdağ'daki evinde kalır.

Mustafa Türkmenoğlu, Risale-i Nurları tanıdığı ilk dönemlerde hukuk fakültesi öğrencisidir. Mezun olduğu yıllarda hukukçuların saygınlığı çok yüksek bir düzeydeydi. Mustafa'nın valilik, milletvekilliği gibi en yüksek bürokrasi makamlarına çıkma ihtimali vardı. Bu makamlar aynı zamanda Mustafa'nın hayallerini süslüyordu. Mustafa, böyle bir duygu atmosferi içindeyken Bediüzzaman'ı ziyaret eder.

Mustafa, Risale-i Nurların Latince baskısında geçen "neşredenler" kısmında isminin yazılmasını istemedi. Çünkü ileride yükseleceği makamlarda bunun önüne engel olabileceğini düşünüyordu. Eğer ismi bu kitapta duyulursa yüksek bir makama çıkmasına engel bir durum oluşturabilirdi. Mustafa, bu ruh haliyle Bediüzzaman'ı ziyaret eder. Odaya girer girmez Bediüzzaman, "Bak kardeşim eğer sana milletvekilliği, valilik, Diyanet İşleri Başkanlığı hatta bunların üçü birden verilirse kabul eder misin Eğer kabul etmezsen hem seni hem de kardeşlerinin hepsini hapse atacaklarını farz et. Bu şartlar altında kabul eder misin" der. Bunun üzerine Mustafa, şaşırıp öylece durdu. Bu ifadeler karşısında susmakla yetindi. Bu konuşmadan sonra Mustafa içinde geçen "Şunu istiyorum" cümlesini söyleyemedi. Bediüzzaman devamla "Bak kardeş, ben olsam ikincisini kabul ederim" dedi. Mustafa söyleneni söyle anlamıştı. "Ona bütün makamları birden verseler de kabul etmeyecek" diye anlamıştı. Mustafa Bediüzzaman'ın söylediklerine cevap olarak "Bir şey istemiyorum, kabul etmeyeceğim!" deseydi yalan söylemiş olacaktı. Onun için susarak hiçbir şey demeden utana sıkıla bekledi. Bediüzzaman "Bak kardeşim, çok şeylerde serbest hareket edeceksin, çok cüzi şeylerde onlara ittiba edeceksin" dedi. Mustafa, Bediüzzaman'dan şunu net olarak anlamıştı. Bediüzzaman; mevki, makamı kabul etmektense hapse girmeyi kabul ediyordu.

Mustafa, 1957 yılında okulu bitirdi ve mezun oldu. Hukuk fakültesine kaydını yaptırdığı ilk günlerde büyük hayalleri vardı. Niyeti makam, mevki sahibi olmaktı. Daha sonra Risale-i Nurlarla tanışma ve ardından da Bediüzzaman'ı ziyaretleri onu farklı yerlere götürdü. Geldiği son noktada "Cenab-ı Hak beni bu hizmetin içinde muhafaza ve istihdam etti. Ne kadar şükretsem azdır!" diyecek duruma getirdi. Mustafa, risaleleri Latin harfleriyle neşrederken kitabın sadece alt kısmında kimsenin fark edemeyeceği yere "Mustafa" yazılmasını istedi. Kimsenin onu tanımasını istemiyordu. Mustafa'nın hesabı buydu. Allah'ın hesabı ise başkaydı. Mustafa, hizmetin içinde muhafaza oldu ama birçok kez hapis yattı. Atıf Ural'la risaleleri neşretme görevini birlikte yapıyorlardı. Atıf evlenince matbaa işlerinin yüzde 80-90'ını Mustafa idare etmeye başladı. Atıf bir gün bile hapis yatmazken Mustafa çeşitli zamanlarda yaklaşık beş yıla yakın hapis yattı. Mustafa, kırk beş yaşından sonra evlendi. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında hukuk müşaviri olarak emekli oldu.