Varlık çokluk, sonuç yokluk!

Muktedir Makropiç çok öfkeliydi. Hatta öfkeden delirdiği söylenebilirdi. Haksız da sayılmazdı. Tanrı Ol'un yeryüzündeki gölgesi, bir dedikoduya göre gayri meşru oğlu ve tek vârisi, Mikronezya'nın düşmez kalkmaz Ulu Çoban'ı hakkında halk arasında anlatılan fıkralar, şahsını tırmık tırmık ufalıyor, saldığı korkuyu gıdım gıdım geriletiyordu. Örneğin bu fıkralardan birinde Ulu Çoban kabızlık çekiyor ancak derdini itiraf edemiyordu. Mikronezya'da ne doktor ne de ilaç kaldığından Makronezya'daki elçisi Kabzımall Yalakov'u deva bulmakla görevlendiriyor ama şifreli konuşmasını emrediyordu. Yalakov derhal bir doktora koşuyor ve Ulu Çoban'ın derdini kodluyordu: "Var bizim büyük çoban ama yok bok!" Doktor durumu anlıyor, bir müshil yazıyordu. Müshili diplomatik valizle Betonit Saray'a ulaştıran elçi, birkaç gün sonra doktora dönüp boynunu büküyordu: "Var bizim büyük çoban ama yok bok!" Biraz şaşıran doktor, bu kez daha güçlü bir müshil yazıyordu. Oysa birkaç gün sonra geri gelen Kabzımall Yalakov'un şikâyeti değişmiyordu. "Var bizim büyük çoban ama yok bok!"Epeyce şaşıran Makron doktor, bu kez en güçlü müshili yazıyor ve sonucu merakla beklemeye başlıyordu. Üç gün sonra ortaya çıkan Mikronezya elçisi Kabzımall, yeni müshilin etkisini yine şifreli açıklıyordu: "Var bizim büyük bok ama yok çoban!"Muktedir Makropiç nasıl delirmesinHemen hepsi örnekteki gibi şahsını küçülten, alay konusu yapan fıkraları üstüne alınmasa beter, alınsa daha beter bir duruma düşecekti. Hırsından köpüre köpüre, sonunda SS Komiser Simon Semirbit'i bu fıkraları üreteni bulmakla